Reklam
Reklam

Avrupa'da ayrımcı siyasetin yeni hedefi çifte vatandaşlık

Hollanda’daki seçimler, kriz ve nihayet Türkiye referandumu akabinde çifte vatandaşlık konusundaki açıklamalar konunun tamamen siyasi olduğuna işaret etmektedir.

Avrupa'da ayrımcı siyasetin yeni hedefi çifte vatandaşlık
Editör: Turkinfo.nl
22 Nisan 2017 - 11:57
Reklam

Son yıllarda Hollanda’da yapılan çifte aidiyet ve bununla bağlantılı kılınan çifte vatandaşlık tartışması, 16 Nisan tarihinde yapılan referandumun ardından Almanya, Belçika ve Avusturya’da da gündeme geldi.



Almanya’da Hıristiyan Birlik partileri Federal Meclis Grubu içişleri uzmanı Hıristiyan Sosyal Birlik partili (CSU) Stephan Mayer, “Die Welt” gazetesine yaptığı açıklamada, “Gelecek yasama döneminde çifte vatandaşlık düzenlemesine ilişkin kolaylıkları iptal etmemizin önemli olacağını düşünüyorum” derken, Belçika’da hükümet ortağı Flaman Hıristiyan Demokrat Partisi (CD-V) milletvekillerinden Hendrik Bogaert, ‘Türkiye'de totaliter bir rejimi destekleyenlerin’ çifte vatandaşlığına son verilmesini istedi. Avusturya İçişleri Bakanı Wolfgang Sobotka ise Avusturya vatandaşı olduktan sonra yasadışı yollarla yeniden Türk vatandaşı olanlara para cezası verilmesi konusunda hazırlık yapıldığını açıkladı.



‘Gurbet gurbet olmaktan çıktı’

Çifte aidiyet, post-endüstriyel toplumların yeni bir gerçeğidir. Çifte aidiyet, 20. yüzyılda giderek artan göç hareketlerinin bir sonucu olarak sınırlar ötesinde yaşamak durumunda kalan göçmenlerin hem kendi anavatanlarına hem de yaşadıkları ülkelere duydukları sadakati ifade etmektedir. Geçen yüzyıldan beri oluşan göçmenlik, tarihsel örneklerinden apayrı bir özelliğe sahiptir. Küreselleşme öncesi çağlarda ülkelerini terk ederek başka topraklara göç eden topluluklar kendi ülkeleriyle bağlarını koparmak zorundaydılar. Sınırlı iletişim, ertelen göç ve yeni ülkede kurulan hayat ve nihayet yeni kuşakların gelecek perspektifleri bunda etkili oluyordu. Ancak küreselleşme çağında yeni iletişim ve bilişim teknolojileri, iletişim bilimci McLuhan’ın deyimiyle dünyayı “küçük bir köye” çevirmiştir. McLuhan bu sözü sarfettiği yıllarda (1959) dünya interneti ve dünya çapında web olgusunu tanımıyordu. Bilgisayar ve internetin yaygınlaşmasıyla onun kehaneti bir anlamda gerçek oldu.



Yeni göçmenler, sık sık kendi ülkelerine yaptıkları aile ziyareti ve tatillerin ötesinde uydu antenlerle televizyon kanallarını izleme ve internet yoluyla günübirlik haber ve görüntüleri almaya, hatta sosyal medya mecralarında yazılı, sözel ve görsel iletişim kurmaya başladılar. Seksenli yılların ortalarında başlayan bu süreç, 'gurbeti gurbet olmaktan çıkardı'. Yeni göçmenler ‘gurbet’ sözcüğünden nefret ediyorlar. Çünkü gurbet iğretiliği ve geçiciliği ifade ediyor. Oysa göçmenler seksenli yıllara girerken Avrupa’da kalıcı bir topluluk haline geldiler. Bunda yabancı işçiye duyulan yapısal ihtiyaç, ertelenen geri dönüş, giderek artan aile birleşimi ve ikinci kuşağın ortaya çıkması önemli bir rol oynadı.



Entegrasyon politikaları

Avrupa ülkeleri, göçmenleri kalıcı bir unsur olarak tanıdıktan sonra bir entegrasyon politikası izlemeye yöneldi. Eğitim, işpazarı ve siyasete katılım, hukuksal önlemlerle desteklendi. Bir yandan ayrımcılığın önlenmesi, diğer yandan da ‘yabancılar’a vatandaşlık haklarının verilmesiyle entegrasyon süreci ilerletilmeye çalışıldı. Hollanda, altmışlı yıllarda Avrupa ülkelerinin çifte vatandaşlığı özendirmeme noktasında aldıkları karara rağmen çifte vatandaşlığı kabul eden bir politika izledi. Ne kadar kişi ‘yabancılar yasası’na tabi olmaktan çıkarılırsa ve hukuksal konum itibariyle güçlendirilirse entegrasyon süreci o kadar hızlı gelişecekti.



Çifte vatandaşlık hem entegrasyonu sağlama hem de bazı ülkelerin hukuk sistemleri açısından zorunluydu. Sözgelimi Fas örneğinde görüldüğü gibi bazı ülkeler kendi vatandaşlarını vatandaşlıktan çıkartma gibi bir imkâna sahip değiller. Anayasa ve yasalar vatandaşlıktan çıkartma işlemini yasaklıyor. Bu hukuksal ve politik anlayışların ötesinde, ulus devletin sınırlarının aşılmaya başladığı, Avrupa’da sınırların kaldırıldığı ve tüm dünyada serbest dolaşımın özendirildiği bir dünya idi. Çoğu kişi, çifte vatandaşlığın bir sakınca olmaktan ziyade bir avantaj olduğunu vurguluyordu.



Çifte vatandaşlık, çifte aidiyet

Şimdi ne oldu da çifte vatandaşlık kaldırılmak isteniyor? Bu geriye doğru atılmış bir adım olmayacak mıdır? Kazanılmış bir hakkın kaybedilmesi, insan hakları ihlali olarak görülmeyecek midir? Bu soruların yanında daha önemli bir soru şudur: Gerçekten iddia edildiği gibi çifte aidiyet, çifte vatandaşlığın mı bir ürünüdür?



Hollanda öteden beri çifte aidiyet konusunu araştırıyor. Çifte aidiyet, kimlik meselesiyle bağlantılı olarak ele alındığında kimliğin duygusal boyutunu ifade ediyor. Burada sorulan temel soru şudur: “Kendinizi Hollanda’da evinizde mi hissediyorsunuz” ya da “Kendinizi Hollandalı mı hissediyorsunuz?” Sosyal Kültürel Plan Büro’nun son yıllarda (2006-2015) yaptığı araştırmaya göre Türklerin yüzde 60’ı kendini Hollanda’da iyi hissediyor. Kadın ve erkek arasında fark olmadığı gibi birinci ve ikinci kuşak arasındaki fark da anlamlı görünmüyor. Ancak dikkat çekici olan nokta şu ki, 2006 yılına kıyasla Hollanda’yla özdeşim grafiği kısmi bir düşüş kaydetmiştir.



“Kendinizi ne kadar Hollandalı hissediyorsunuz?” sorusuna Türklerin yüzde 41’i “çok kuvvetli”, yüzde 33’ü ise “biraz” şeklinde cevap veriyor. Bu demektir ki Türklerin yüzde 75’e yakını kendini Hollandalı olarak hissediyor. Tersinden konuşmak gerekirse, sadece yüzde 27’si kendini hiç Hollandalı hissetmediğini söylüyor. Muhtemeldir ki bu grubun bir kısmını Hollanda’ya aile birleşimiyle yeni gelmiş kişiler, bir kısmını da topluma entegre olamayan birinci kuşak üyeleri oluşturmaktadır. Hollandalı hissetme noktasında kadın-erkek arasında fark olmamakla birlikte birinci ve ikinci kuşak arasında kısmi bir fark göze çarpmaktadır. Şöyle ki ikinci kuşak kendini daha fazla oranda Hollandalı hissetmektedir.



Tarihsel arka plan belirleyici

Kimliğin bir boyutunu Hollanda ile özdeşim oluştururken, diğer bir boyutunu da etnik grupla özdeşim oluşturmaktadır. Aynı araştırmaya göre Türklerin yüzde 80’i kendini etnik grubuyla özdeş görüyor ve Türk hissediyor. Bu noktada ne cinsiyet ne de kuşak farkı önemli görünmüyor.



Acaba Türklerin konumu, diğer etnik gruplara kıyasla farklı mıdır?



Türklerle kıyaslanabilir bir grup olarak Faslı göçmenler, yüzde 80 oranında kendilerini az ya da çok Hollandalı hissederken, yüzde 80 oranında bir kesim kendilerini güçlü bir şekilde Faslı hissetmektedir. Türk ve Faslılara kıyasla, Hollanda sömürgelerinden gelen Sürinam ve Antilliler daha fazla Hollandalı hissederken, daha az oranda kendi etnik gruplarıyla özdeşleştirmektedir.



Etnik ve duygusal özdeşimi özendiren ya da sakındıran etkenler arasında en belirgin faktör tarihsel arka plan ve ilişkilerdir. Hem Avrupa içinden gelen göçmenler hem de sömürgelerden gelen göçmenler kendilerini daha fazla Hollanda’ya ait hissediyorlar. Böyle bir arka plana sahip olmayan etnik gruplar da etnik kimlik daha güçlü görünüyor. İkinci bir faktör, topluma katılım düzeyidir. Eğitim, işpazarı ve siyasete yüksek düzeyde katılım sağlayanlar ile sağlamakta güçlük çeken ya da ayrımcılığa uğrayan kesimler arasında özdeşim bakımından farklılıklar bulunmaktadır. Bu noktada ikinci kuşağın daha şanslı olduğu söylenebilir.



Referandum süreci ve ‘biz’den olmayan Türkler

Üçüncü olarak 11 Eylül 2001 tarihinden sonra artan İslamofobi, özellikle Müslüman grupların etiketlenmesine ve toplumdan dışlanmasına sebep olmuştur. Bu meselenin kısa vadeli ve dönemsel bir sorun olmadığı anlaşılmıştır. Üstelik aşırı sağ partilerin güçlenmesiyle Avrupa’daki sosyal, kültürel ve politik atmosfer Müslümanların aleyhine dönmüştür.



Dördüncü olarak son zamanlarda Türkiye ile Hollanda/Almanya arasında yaşanan kriz, etnik gerginliklerin artmasına yol açmıştır. Her iki ülke de siyaseten bu krizden güç devşirmişse de olan Avrupalı Türklere olmuştur. Türkiye yanında yer alan Türkler, Avrupalı siyasetçiler tarafından ‘biz’den olmayan Türkler şeklinde kategorize edilmiş ve muhtemel bir ayrımcılığın hedef noktası haline getirilmişlerdir.



Son olarak Türkiye’deki referandum ve bu referandumda 'evet' cephesinde yer alanlar, ‘Türkiye’nin uzantısı ve diktatörlüğe destek veren bir grup’ olarak damgalanmıştır. Bu noktadan itibaren etnik gerginliklerin artması ve kutuplaşmanın ilerlemesi siyaset ve medyanın marifeti olarak görülebilir.



Kimlik üzerinden yaratılan toplumsal gerginlik

Hollanda’daki seçimler, kriz ve nihayet Türkiye referandumu akabinde çifte vatandaşlık konusundaki açıklamalar konunun tamamen siyasi olduğuna işaret etmektedir. Bu noktada çifte kimliğin ya da aidiyetin oluşturucusu olarak çifte vatandaşlığı görmek, biraz önce saydığımız sosyolojik faktörlerden dolayı olayı dünya gerçekliğinden kopuk olarak okumak ve yüzeysel bir şekilde düşünmek anlamına gelir. Kimlik üzerinden yaratılan toplumsal gerginlikler, yeni toplumsal gerçeği görmek istemeyen ve katı bir ulus-devlet fikrine sıkı sıkıya bağlanan tutucu kesimler tarafından yaratılmaktadır.



Çifte aidiyet ve çifte kimlik kendi başına bir sorun oluşturmamaktadır. Çifte vatandaşlık kaldırılırsa, bir başka deyişle insanlara ya “Türkiye”yi ya da “bizi” seçeceksin denilirse, bu kişilerin ilgili ülkeye ait olmaktan ziyade o ülkeye karşı mesafeli bir tutum geliştirmesine sebep olacaktır. Kendi kimliği kabul edilmeyen insanlar, içinde yaşadıkları topluma yabancılaşacaklardır. Çifte vatandaşlığın kaldırılması, çifte aidiyeti azaltmak yerine güçlendirecektir.



[Prof. Dr. Kadir Canatan İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum