Gurbetçi oy hakkının iptali için kampanya başlatmışlar

Türkiye'de bir grup (huysuz) genç, gurbetçilerin oy verme hakkının iptal edilmesi yönünde kampanya başlatmış: Avrupa'nın nimetlerinden faydalanıp, Türkiye'nin kaderini belirliyormuşuz.


Gurbetçi oy hakkının iptali için kampanya başlatmışlar

İlhan KARAÇAY yazdı:> Vay huysuzlar vay ! OY HAKKIMIZI İPTAL ETTİRMEK İSTİYORLAR…

Türkiye'nin en çok ziyaret edilen forum sitelerinden Ekşi Sözlük'te, yurt dışındaki vatandaşlara tanınan oy hakkının iptal edilmesi yönünde kampanya başlatılmış.

"Gurbetçi oy hakkının iptali kampanyası" adlı başlıkta, yurt dışındakilerin Avrupa'nın nimetlerinden faydalanıp, Türkiye'nin kaderini belirlemesinin rasyonel olmadığı, yaşamadan, görmeden verilen oyların, Türkiye'dekilerin kaderini belirlediği ileri sürülüyormuş.

Bu huysuzlar, oy hakkımızın iptal edilmesi için, izinsiz olarak elde ettiğimizi öne sürdükleri çifte vatandaşlığımızın iptal edilemesi için, yaşadığımız ülkenin makamlarına ihbar edilmesini savunurken, diğer huysuzlar da, Türkiye'de 6 aydan fazla yaşamayanlarımızın oy kullanamamızı önermiş.

Gece yarısı, uyku arası baktığım facebook’ta gördüğüm bu haber ve bu habere karşı verilen reaksiyonlar tüylerimi ürpertti. Öyle ya, yurtdışında yaşayan bizlerin, Türkiye’deki seçimlerde oy kullanabilmemiz için yıllarca mücadele etmiştik. Büyük uğraşlardan sonra elde ettiğimiz bu hakkın geri alınması için öne sürülen en büyük neden nedir biliyor musunuz? Yurtdışında yaşayan Türkler’in çoğu, yaşadıkları ülkelerde sol partilere oy verirken, Türkiye’de sağ partilere oy vermeleriymiş.

‘Vay huysuzlar vay !’ lafını tekrarlıyorum.
Ne ilginçtir değil mi? 
Oy kullanabildiğimiz bazı ülkelerde de bazı huysuzlar bu hakkın elimizden alınmasını istiyorlar.
Bunun sebebi de, Türkiye’ye duyduğumuz aidiyet imiş.
Mademki kalbimiz Türkiye için atıyormuş, o zaman bu ülkelerden defolup Türkiye’de oy kullanmalıymışız.
Tezata bakar mısınız ?
İki arada bir derede kaldık.
Yaşadığımız ülkedeki huysuzlar, onların ekonomilerine sağladığımız katkıyı bir kenara atıp bizi dışlamaya çalışırlarken, anavatanımızdaki bazı huysuzlar da, doğduğumuz ama orada doyamadığımız için yurtdışına göç ettiğimiz gerçeğini bir kenara iterek dışlama yapıyorlar.
Anavatanımıza milyarlarca döviz kazandıran bizlere verilen bir hakkı yok etmek isterlerken, ülkemize sığınan ve milyarlarca dolar kaybettirenlere verilen oy hakkından hiç söz etmiyorlar.

VERİLMEYEN HAKLAR
Yurtdışında yaşayan Türkler, eskiden söylediğimiz gibi hala yumurtlayan tavuk muamelesi görüyor. Örneğin 10 bin eurodan bin euroya düşürttüğmüz askerlik bedelini yine yükselttiler ve 5 bin küsür euroya çıkardılar. Otomobillerimize 2 yıllık triptik hakkı aldık ama, hâlâ Suriyeliler’e verilen hak bize verilmedi. Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, yurda soktukları otomobillerine üç kuruş harc ödeyerek Türk plakası alıyorlar. Tüm feryatlarımıza rağmen bu hak bize hâlâ verilmedi. Daha önce yazmış olduğum ‘Suriyeli’ye ehlen sehlen, (Suriyeli’ye hoş geldin) gurbetçi Türk’e tu kaka’başlıklı yorumumda belirtmiş olduğum gibi, biz gurbetçi Türkler yurdumuza milyarlarca döviz soktuk ve hâlâ da sokuyoruz. Buna karşın sığınmacılar sadece dövizlerimizi yiyorlar.

Şimdi kaldırılması istenen oy kullanma hakkımız var ama, hâlâ seçim bölgemiz yok. Bu konuda da, Avrupa’da seçim bölgesi oluşturulması ve bu bölgelerden meclise seçilme hakkımız verilmedi.

Şimdi bir çağrım var tabii…
Bizi duymak istemeyenlere ve verilen haklarımızı geri almak isteyen huysuzlara karşı siz de sesinizi duyurunuz.
Görsünler bakalım. Yurtdışında yaşayan bizler, bu çirkin ve haksız isteğin altında kalır mıyız?


Bu yazıma, bir süre önce yazdığım aşağıdaki yorumumu eklemek istiyorum.
 

İlhan KARAÇAY’ın, geçmiş ve gelecek yıllar değerlendirmesi:

Dış Türkler, Ankara tarafından unutuldukça kimlik kayması yaşanacak ve önlem alınmazsa aidiyet hisleri yok olacaktır

 

2019 yılını geride bırakıp 2020 yılına girdiğimiz zaman yazmak istediğim değerlendirmeyi, geçmiş ve gelecek yılı kapsayan bir değerlendirme olarak değil, geçen bütün yılları ve gelecek olan bütün yılları içeren bir değerlendirme olarak yazmayı daha uygun buldum.

Konumuz Dış Türkler’i kapsayacak ama, yaşama ve çalışma alanım Hollanda olduğu için, benzetmelerin çoğu Hollanda’dan olacaktır. Siz bunu yine de ‘Dış Türkler’ olarak algılayınız.

Hollanda’da yaşayan Türkler olarak günlük hayatın hemen her alanında ayrımcı, dışlayıcı davranışlara maruz kalıyor ve var olan haklardan eşit şekilde yararlanamıyoruz. Gerek Türkiye ve gerekse Hollanda, eşit değerde vatandaş olmamız için, beklediğimiz çalışmaları 2019 yılında da yapmadı.
Bizim Türkiye’ye olan aidiyet duygumuz ve Hollanda’ya bağlılık hissimiz ile entegrasyon başarımız maalesef işe yaramıyor.
55 yıllık göç yaşamımızda, çocuklarımızın eğitimdeki başarılarına rağmen, iş ve eşit gelir konusunda mağdur olan hep biz oluyoruz.

Dış Türkler’in eksiği

2019’da Hollanda’daki Türk toplumu içinde kayda değer gelişmeler olmadı ama, Türkler’in pasifliği konusunda en eleştirel yıl oldu. Yani Türkler ‘Lobi oluşturma’ konusunda snıfta kaldılar.
Aslında bu zaafiyetin bir gerekçesi vardır.
Eskiden, tüm siyasi partiler içinde, etkinliği olan Türkler yer alıyordu. 6 Milletvekili, 10 İl Genel Meclisi Üyesi ve 250’yi aşkın Belediye Meclis Üyesi çıkaran Türkler’in şimdilerde esamesi okunmuyor.
Bu saydığım etikete sahip Türkler var ama sayıları öyle kabarık değil.
Bana göre, siyasi alanda güç kaybetmemizin başlıca nedeni DENK Partisi’dir.
Ağırlıklı olarak Türkler’den kurulu olan, yabancıların menfaatlerini korumak için mücadele edeceği sanılan DENK Partisi, başlangıçta çok iyi giden politikasını değiştirince güç kaybetti.
Genel seçim öncesinde şahsen benim de desteklediğim ve ‘Hangi görüşte olursanız olun, DENK Partisi’ne bir defalığına da olsa oy verin’ diye çağrı yaptığım bu parti, şimdilerde siyaset arenasında yok olmaya evrildi gibi.
Siyaseti DENK Partisi’nde sürdürmek için kendi partilerini terk eden Türkler de şimdi açıkta kaldılar.
Şimdi yapılması gereken, Türkler’in tüm siyasi partilere dağılmaları ve eskisi gibi seçilebilir konuma gelmeleridir.
Siyasi Partiler oy kazanımına çok önem verirler. Oy uğruna siyasi ideolojilerini bile bir kenara koyarlar.

Türkiye’nin eksiği
Yukarıda dış Türkler’in eksiğini dile getirmeye çalıştım
Devletimizi yönetenler, 55 yıl önce başlayan Avrupa’ya göç serüveninden bu yana, sık sık buralara geldiler vei lk yıllarda kamplarda yaşayan Türkler’i ziyaret ettiler ve dertlerini dinlediler. Dertler dinleniyordu ama, dinleyenler Ankara’ya dönünce anlatılanları unutuyorlardı.
Biz de, ‘Dinlediklerini sigara paketlerinin arkasına yazıyorlar ve sonra da atıyorlar’ gibi laflar ediyorduk.
Dertlerimizin çözümü için Dış Türkler Bakanlığı kurulmasını, parlamentoya yurtdışı Türkler’inden de katılım olmasını yazdık, çizdik. Bu sese kulak veren olmadı.
Eğri otupup doğru konuşmak gerekirse, Recep Tayyip Erdoğan bu serzenişlere kulak veren ilk devlet adamı oldu. Erdoğan, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nı kurdu ve yurtdışında oy kullanma işlevini kolaylaştırdı. Hoş, yurtdışından aday gösterme işlevini yapamadı ama, dileriz bundan sonraki seçimde bu da gerçekleşir.

Erdoğan’ın en doğru düşüncelerinden biri de, Lobi faaliyetlerinin güçlenmesi için kurdurduğu De Union of European Turkish Democrats (UETD) teşkilatı oldu. Bunun Türkçe açılımı Avrupalı Türk Demokratlar Birliği.
Bu teşkilat yurtdışındaki Türkler’in ve genellikle gençlerin her türlü sorunlarının çözümü için uğraş vereceği gibi, içinde yaşanılan ülkeye çok yönlü katılım ve sorumluluk alarak lobi oluşumunda da önderlik yapacaktı.
UETD’nin kuruluşunda etkin ve o dönemde Yurtdışındaki Türklerden de sorumlu olan Devlet Bakanı Prof. Dr.Mehmet Aydın, Amsterdam Noord’da yapılan bir toplantıya katılmıştı. Program Yavuz Nufel’in yazdıǧı ve Türkevi Yayınlarından çıkan 40 Yıl 40 İnsan kitabının tanımıydı. Hepimiz oradaydık. Bakan Aydın, artık Avrupa’daki Türklerin siyasette, ekonomide, eǧitimde daha katılımcı olmaları, Türkiye Avrupa Birliǧi ilişkilerinde rol oynamaları gerekir demişti. UETD örneǧini vererek, gruplar, partiler, hizipler üstü bir yapılanmayla, Avrupa ‘daki Türklerin hak ettikleri konuma gelmeleri Başbakanımız Recep Tayyip Erdoǧan’ın arzusudur mesajını vermişti.


UETD bu çerçevede bir süre ciddi etkinler yaptı. Kısa zamanda Hollandalı siyasetçiler, yazarlar ve gazetecilerin dikkatini çekti.
O yıllarda bizzat şahit olduǧum bir iki olay şöyle: uzun yıllar NRC’nin Türkiye sorumlusu olarak İstanbul ve Ankara’da görev yapan Hollandalı meslektaşım Froukje Santing beni aradı. Elinde Hollanda-Türkiye ilişkileri ile ilgili bir projesi vardı. Kendisine Ankara’da partner arıyordu. Birlikte UETD Hollanda Başkanı Veyis Güngör’ü ziyaret ettik. Veyis Güngör bizi çok sıcak karşıladı. UETD Başkanı, Hollanda ve Türkiye’nin çıkarlarına yönelik bu projenin hayata geçirilmesi için, tüm baǧlantılarını kullandı ve bize yardımcı oldu.


Bir başka projeye de daha şahit oldum. Rotterdam’dan Hollanda’da eǧitim alanında uzmanlaşmış bir kızımız Hollanda'daki eǧitim sistemlerinden Montassori, Janaplan veya Dalton metodunu Türkiye'de bazı okullarda uygulamak isteǧini UETD Başkanına getirmişti. Başkan Güngör, o gün Milli Eǧitim Bakanı olan Ömer Dinçer'in müsteşarını arayıp Rotterdam'dan gelen kızımız için randevu yapmıştı. Bunlar benim bizzat şahit olduǧum bir iki konuydu...


Ne var ki, çok güzel bir amaçla kurulmuş olan bu teşkilat, Erdoğan’ın yoğun işlerinden zaman bulamaması nedeniyle bazı milletvekillerinin kontroluna bırakılmıştı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu, işin içine siyaset sokuldu ve Avrupa devletleri de bu teşkilat için ‘Ankara’nın uzun kolu’ damgasını vurdu.
İşin içine siyaset ve menfaat o kadar sokuldu ki, adeta bir iç kavga başladı.
Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da düzenlenen 6’ncı Olağan Genel Kurul toplantısı’na katıldı. Zetra Olimpik Spor Salonu'nda yapılan bu genel kurulda, Avrupalı Türk Demokratlar Birliğinin (UETD) ismi Uluslararası Demokratlar Birliği (Union of International Democrats-UID) olarak değiştirildi.
Şimdilerde bu teşkilata AK Parti’nin Avrupa şubeleri gözüyle bakılıyor.
Oysa, Avrupa’daki Türkler, yaşadıkları ülkelerde dün olduǧu gibi bugün de hak ettikleri konumda deǧiller. Aşaǧıda okuyacaǧınız söyleşi bu iddiamızın çok açık bir örneǧidir.

Bir uyarı da Mahmut Aşkar’dan

Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi, Dış Türkler’i çok iyi analiz etmiş olan Mahmut Aşkar’ı davet ederek bir toplantı düzenledi. Türkevi Başkanı Veyis Güngör’ün yonettiği bu toplantıda, ‘Avrupa Türklerinde kimlik kayması’ sorunu ele alındı.
Meramımı sizlere anlatabilmekte kolaylık sağlamak için, Aşkar ile yapılan söyleşiyi sizere sunuyorum:

Soru: Avrupalı Türklerin daha henüz kendilerini tarif edemediklerini söylüyorsunuz? Avrupalı Türkü kimler tarif edecek? Neden kendileri kendilerini tarif etmiyorlar? Avrupalı Türk ne demek?
M. Aşkar: Evet. Güzel bir soru. Avrupalı Türkleri elbette Avrupalı Türkler tarif edecektir. Etmelidir. Ancak, Avrupa’daki Türkler şimdilik kendilerini mensubu oldukları kurumların kimlikleriyle, yani alt kimliklerle tanımlamayı seçmekteler ki, bu kurumların önemli bir bölümü yıllar önce, Avrupalı Türkleri deǧil, Türkiye’yi kurtarmak için kurulmuştu. Avrupalı Türkler Anadolu’dan beraberlerinde getirdikleri deǧerlerle bir iki nesil idare ettiler. Ancak yeni nesiller için bu deǧerler yeterli görülmüyor. Deǧişen şartlar, toplumun da dönüşümünü beraberinde getirmekte. Bu gelişim ve deǧişimi de göz önüne aldıǧımızda genel anlamda Avrupalı Türklerin tanımı şu şekilde olabilir: ‘En azından iki dilli, iki vatanlı, çok kültürlü, bir ayaǧı kendi kültüründe diǧer ayaǧı ile diǧer kültürleri gezip dolaşan bir topluluǧa Avrupa Türkleri’ diyebiliriz.
Soru: ‘Avrupalı Türkler, Türkiye için bulunmaz nimettir’ diyorsunuz. Ancak Türkiye tarafından kıymetlerinin bilinmediǧini söylüyorsunuz. Hatta bir iktibas yapıyorsunuz: “Türkiye’nin ufkunda Avrupa Türkleri görünmüyor”. Buna raǧmen, Avrupalı Türkler, neden bir nimet ve onların kıymetlerinin neden farkına varılmıyor?

M. Aşkar: Bir çoǧumuz Türkiye’de geçirdikleri tatillerinde mutlaka müşahade etmişlerdir. Ayrıca, Ankara ile sıkı ilişkiler içinde olan kanaat önderlerinin de gözlemleri ne yazıkki, Türkiye’nin ufkunda Avrupalı Türklerin olmadığı yönündedir. Bu aslında garip bir vakıadır. Zira Avrupalılar, Türkler üzerine doktora tezleri yazılırken, araştırmalar yapılırken, kültür ve sanat, film, televizyon, yani her dalda Avrupalı Türklerle yakınen ilgilenilirken, Türkiye için bulunmaz bir nimet olan Avrupalı Türklerin, Türkiye tarafından uzun yıllar gözardı edilmesi anlaşılır gibi deǧil. Türkiye’nin, Avrupa ile uzun bir Avrupa Birliǧi üyeleǧi mücadelesi var. Buna raǧmen, Türkiye’nin on yıllarca umursamazlıǧı insanı şaşırtıyor. Kaldı ki, Avrupa Türkleri’nin önemli bir bölümü, yaşadıkları ülke ile deǧil de Türkiye’ye odaklı. Bu durumda şunu söyleyebiliriz: Sayıları 5 milyona yaklaşan Avrupa Türkleri, orta ve uzun vadede Türkiye’nin gündemini menfi veya müsbet bir şekilde etkileyecektir.
Soru: Avrupalı Türkler ciddi bir şekilde Ankara’da lobi faaliyetleri yapmalı o zaman!
M. Aşkar: Evet. Bu hem de nasıl elzem. Her geçen günden daha fazla bir lobi faaliyetine ihtiyaç var. Belki bu bizim kızılelmalarımızdan biri olmalı. Avrupalı Türklerin menfaatlarını koruyan bir Ankara lobisi yapılmalı. Bu Avrupalı Türklerin en büyük eksiklerinden bir tanesidir.
Soru: Avrupa’daki müslümanların, Avrupalıları tekrar dine yani Hıristiyanlıǧa geri sarılmasını saǧladı görüşündesiniz. Bu süreç nasıl işledi? Avrupalılar nasıl tekrar dine döndüler?
M. Aşkar: Özellikle 1990’lı yıllardan sonra, hasseten Berlin duvarının da yıkılmasıyla, İslam ve Müslümanlar Avrupa’nın gündemine ‘düşman’ olarak gelmeye başladı. Bu süreç aynı zamanda Avrupa kimliǧinin kabarması ve yeniden tanımlanmasına sebep oldu. Yani, öteki üzerinden, bu kez Müslümanlar üzerinden Avrupa kimliǧi tanımlanmaya başladı. Avrupa’da Müslümanların görünürlüǧü, Hıristiyan kimliǧinin canlanmasını saǧladı. Tepkisel hareketlerden kaynaklanan bir kimlik arayışı oldu. Bir de Avrupalılar, yoğun ve bitkin hallerinden, tekrar titreyip kendilerine gelmelerini Müslümanlara borçlular. Müslümanların kendi dinlerini yaşama kararlılıǧı, Avrupalıların da kendi dinlerine tekrar geri döşününe vesile oluyor.
Soru: Eserinizde, Avrupadaki Türklerin uzun vadede Türk kimliǧi yerine, Müslüman daha doǧrusu Avrupa Müslümanlıǧı kimliǧi ile öne çıkacaklarını öngörüyorsunuz. Ancak, Avrupa Müslümanlıǧı kimliǧinin de içinin boş olduǧunu, bir savunma-tepki olarak bu kimliǧin kullanılacaǧını söylüyorsunuz? Yani karşımızda milli ve dini kimlik arasında tercih yapan Türkler, gençler var. Bu konuda argümanlarınız nedir?
M. Aşkar: Evet. Avrupalının tekrar boşalan kiliselere geri dönmesi ve unutulmaya yüz tutmuş dinini yeniden hatırlayabilmesi için Müslümanı İslamileştirmesi gerekiyor. Avrupa’da ayırımcılıǧa tabi olan ve sürekli ‘Biz Almanlar ve siz Müslümanlar’ tekerlemesini duyan gençler bir müddet sonra, kendilerini Türk olarak deǧil, ‘Biz Müslümanlar’ olarak ifade etmeye başlıyorlar. Türk gençleri Avrupa’da böyle bir süreçle, sosyalizasyonla karşı karşıyalar. Yani görünürde önce dekültürosyan (kültürel yozlaşma) ve devamında İslamileşme. Tabiiki bu noktada karşımızda, dinin teolojik temellerinden uzak, içi boşaltılmış, protesto kimliǧi olarak kullanılan bir müslümanlık anlayışı çıkıyor. Bu bizim için ve Avrupa için bir tehlikedir. Zira, reaksiyoner müslümanlıktan, gösteriye dönüşen şekilci dindarlık anlayışından, herkes ve her kesimden önce Müslümana ve İslam’a fayda gelmez.
Soru: Kültür ve eǧlencenin Avrupa’da varoluşumuzun, geleceǧimizin önemli köşe taşlarını oluşturduǧuna dikkat çekiyorsunuz? Avrupalı Türkler, kendilerine ait bir düǧün modeli, geleneǧi oluşturabildiler mi?
M. Aşkar: Evet. Bizi Avrupa kültür coǧrafyasında yarınlara taşıyacak olan ve gelecek nesillerimiz için hayati bir önem arz eden kültürel varlıklarımızın başında; görüntümüz ve eǧlencemiz gelmektedir. Avrupa’da düǧünlerimizin bir bölümü, çıǧırından çıkmış, gürültü kirliliǧi olan, çılgınca bir eǧlenceye dönüşmüş durumda. Bazı düǧünlerimiz ise, camiye sıkıştırılmış, cenaze merasimi mi, eǧlence mi olduǧu belli olmayan şekle büründürülmüş hale getirilmiş. Oysa bize has, yani kültür coǧrafyamız kodlu yapacaǧımız düǧünlere, müziğe, folklora ihtiyaç var. Buranın şartlarına göre yeni eǧlence, düǧün modelleri geliştirmeliyiz. Avrupa’nın ortasında otobanlarda konvoy oluşturmak, trafiǧi engellemek, düǧün geleneǧi olmayacaǧı gibi, toplum olarak görüntümüzü de yansıtmamaktadır.
Soru: Anadolu’da gönül erlerimiz tarafınan geliştirilen ‘eşrefi mahlukat’ insan merkezli bir hayat anlayışylaı, tekrar Avrupalı Türkler tarafından önce idrak edilip, içselleştirilerek sonra güncelleştirilerek, Avrupa’nın da karşı karşıya kaldıǧı göç, iklim, ırkçılık, ayırımcılık gibi sorunların çözümüne katkı saǧlanabilir mi?
M. Aşkar: Biz Avrupa’ya gönüllü olarak geldik. Bu gök kübbenin altında nasıl hayatımızı devam ettireceǧiz sorusuna cevap bulmalıyız. Doǧru bildiklerimizi söyleyen, elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyen insanlar olduǧumuzu Avrupalılara göstermek durumundayız. Örnek insan modeli oluşturmalıyız. Çaǧımızın ileri sanayi, insanı dolayısıyla toplumu giderek kendinden uzaklaştırdı. İnsan kendine yabancılaştı. Oysa, Yunus insanlıǧa, ‘Sen eşref-i mahlukatsın’ diyerek, onu kendine dönmeye, kendini aramaya, sahiplenmeye davet ediyor. Teknolojik üstünlük insanı giderek daha da tüketici, doymayan, tüketen, gaddar, ihtiraslı ve saldırgan yapıyor. Batı’da dini bitirdiler, ideolojiler artık insana heyecan vermiyor. ‘Bir ben vardır bende, benden içeru’ diyen Yunus’u, onüçüncü yüzyılda, tekkeden, dergahtan çıkarıp yirmibirinci yüzyılın entellektüel dünyasına, üniversite kürsülerine, düşünce kuruluşlarına taşımalıyız. Ama önce kendimiz, aydınımız ve akademisyenlerimiz Yunus’u anlamalı ve asrın idrakine sunmalı.
Soru: Eserinizde vatan kavramını farklı şekillerde tanımlayanlara yer veriyorsunuz. Bunlardan Karl Jaspers’ın, “Vatan: anladıǧım ve anlaşıldıǧım yerdir” tanımından hareketle, bunun Avrupalı Türkler için en uygun vatan tarifi olduǧuna vurgu yapıyorsunuz. Avrupalı Türkler için vatan nedir?
M. Aşkar: Vatan, kabul edildiǧimiz, dışlanma hissine kapılmadıǧımız yer olmalıdır. Bu açıdan yaklaşınca, Avrupalı Türklerin çift vatanlı oldukları söylenebilir. Yani, vatan; yerin altında ve üstünde sevdiklerinizin olduǧu yerdir. Kaǧıt üzerinde; Türk veya Alman vatandaşı olmanızın, yerine göre formaliteden öte bir manası yoktur. İzin mevsimini iple çeken vatandaşlarımızın bir kısmı Alman, Hollanda veya Belçika gibi ülkelerin vatandaşları olmalarına raǧmen, Türkiye’ye sadece dinlenmek için gitmediklerini herkes bilmektedir.
Soru: Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’dan bir alıntıyla “Avrupa, Türkleri İstanbul’un fethinden dolayı hiçbir zaman affetmeyecektir” cümlesi ve geçen yüzyılın başlarında yazılan “Türksüz Avrupa” kitabı, Protestanlıǧın kurucusu Luther ve Fransız düşünür Voltair’in düşüncelerinden hareketle, Avrupalıların hafızasında “Türkler Avrupa’nın ötekisi” fikri hala canlı mı? Böyleyse ne yapmalıyız?
M. Aşkar: Evet, çalışmamızda, Avrupalının hafızasında tarih içerisinde yer edinmiş Türk algısını anlatan bir kaç örnek verdim. Maksadım, düşmanlıkların yeniden sahnelendiǧi günümüz dünyasına ilave husumetler taşımak deǧildir. Tarihi olayları günümüze taşımak doǧru deǧildir. Aynı zamanda, tarihe mal olmuş bu tür hadiseleri yeni dostluklar kurmaya engel görmek de bir o kadar yanlıştır. Arzumuz, Avrupa’daki hayatımız ve Avrupalıya bakışımız daha akılcı bir zemine otursun ve karşılıklı ilişkilerde hayal kırıklıǧı yaşanmamasıdır.
Soru: Avrupa’da yetişen nesiller Türkçe’nin kuçaǧında doǧuyor, fakat Almanca’nın, Fransızca’nın veya Hollandaca’nın yuvasına teslim ediliyorlar diyorsunuz. Türkçe Avrupalı Türkler için ne anlama gelir? Sizce Avrupa’da Türkçesizleştirilen nesiller mi oluşuyor?
M. Aşkar: Zihinlere Türkçe zarureti yerleşmeden, gönüllerde Türkçe meşalesi tutuşmaz. Peyami Safa’nın dediǧi gibi: Dilini kaybeden bir millet herşeyini kaybetmiş demektir. Üstelik söze konu olan, farklı bir dilin hakim olduǧu bir ülkede azınlık olarak yaşayan bir toplum ise, kültürel kimliǧin korunması adına anadilin vazgeçilmez önemi daha iyi anlaşılır. Avrupa adlı kültür coǧrafyasında Türkçe olmayacaksa, yarınlarda ne biz oluruz, ne de bizden olanlar. Avrupa’daki varlıǧımızın teminatı olan Türkçe, her geçen gün biraz daha taraftar yani konuşanını kaybediyor. Avrupa’daki Türklerin geleceǧi Türkçe’ye, Türkçe’nin yarınlara taşınmasına baǧlıdır. Bu hayati görev, misyon da büyük ölçüde, Avrupa’daki Türkçe yazan, düşünen, konuşan, sanat icra eden aydınların omuzlarındadır...

********

Türkiye’deki seçme ve seçilme hakkının, yurtdışındaki yurttaşlarımız için ne kadar önemli olduğunu eski bir yazımda da belirtmiştim. Vakti olanlar bu yazıma da bir göz atabilirler

YURTDIŞINDA OY HAKKINI BİR DE İLHAN KARAÇAY'DAN OKUYUN...

 

Avrupa'da yaşayan Türkler, demokrasiden kaynaklanan seçme ve seçilme haklarını kullanabilmek için, on yıllarca önceden serzenişte bulundular. Biz de medya olarak bu serzenişe çok duyarlı olduk ve böylesi bir katılımın en azından yurttaşlık hakkı olduğunu ön plana çıkardık.
Buralara gelen devlet büyüklerine hep bu konuyu hatırlattık ve bu demokratik haktan yararlandırılmamız gerektiğini her defasında haykırdık.
 

Seçilme hakkı
Yurtdışındaki yurttaşlarımızın seçilme hakları aslında kısıtlanmamıştı. Ama bu yurttaşların aday olabilmeleri için gerekli kolaylık sağlanmamıştı. Yurttaşlarımız, seçilebilmek için, Avrupa'daki işini, gücünü bırakacak, Türkiye'ye gidecek, bir siyasi partiden aday olabilmek için çok sıkı ve de çirkin bir yarışa girecekti.
Olacak şey değildi tabii ki bu...
Bu nedenle yurtdışındaki Türk vatandaşları aday olmakta çok zorluk çekiyorlardı ve aday olamadıkları için de seçilemiyorlardı.

Seçme hakkı

Seçme hakkının çok önemli olduğunu ve demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğunu bir kez daha vurgulamakta yarar var. Türk demokrasisinde büyük bir boşluk yaratan, yurtdışındaki vatandaşların oy kullanamamasını olumlu hale getirmek için verdiğimiz mücadele, kısmi bir başarıyla sonuçlanmıştı. O zaman yurttaşlarımıza gümrük kapılarında oy kullanabilme hakkı verilmişti. Güzel de olmuştu bu sistem. Yurttaşlar bir ay boyunca geçtikleri gümrüklerde oylarını kullanır olmuşlardı.

Eh, ne de olsa bu demokratik haktan bir nebze de olsa yararlanmaya başlamıştık.

Yurtdışındaki vatandaşlarımız için gümrüklerde oy kullanabilme hakkı 23 Temmuz 1995 tarihinde kanunlaşmış ve anayasanın 67'inci maddesine ilave edilmişti. 
Ne var ki, yurttaşlarımızın o tarihten bu yana yapılan seçimlerde kullandıkları oy sayısı 200 bini geçmemiştir ki, bu da oran olarak yüzde beşe tekabül ediyordu.

Kaldı ki, dünya ülkelerinde 7 milyon kadar Türk yaşıyor ve bunların 4 milyonu da oy hakkına sahipti.

Yurttaşlarımızın ve onları temsil eden Sivil Toplum Kuruluşları'nın bıkmak ve usanmak bilmez mücadeleleri sonunda, yurtdışındaki vatandaşlara yaşadıkları ülkelerde Türkiye seçimleri için oy kullanma hakkı tanındı.
Yurttaşlarımız kendilerine tanınan bu hakkı ilk kez, 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde kullandı.

Ama nasıl?
Hollanda'dan verelim örneği:
500 binden fazla yurttaşımızın yaşadığı Hollanda'da, sadece Rotterdam ve Deventer kentlerinde iki sandık yeri belirlendi.
Bu sandıklarda oy kullanabilmek için randevu şartı getirildi ve üç günlük bir süre tanındı.

Şimdi önce dezavantajlara değinelim:
Pek çok yurttaşımız için Rotterdam ve Devente'e gitmek kolay değildi. Bu iki yer, bazılarına 150 km. mesafede bulunuyordu. Şimdi düşünün bir kere. Mersin'de ikamet eden bir seçmen, oy kullanmak için Osmaniye'ye, İskenderun'a veya kendi il sınırları içinde bulunan Anamur'a gider miydi?

Gitmezdi tabii...
Hollanda'daki Türk seçmenler de 150 km. uzaktaki sandıklara tabii ki gitmeyeceklerdi.
Şimdi diyeceksiniz ki: 'Eeeee, yıllarca oy hakkı,oy hakkı dediniz, alın size oy hakkı dediğimiz zaman da uzaklığı bahane ettiniz'.  
Bunu kim dediyse haklı olabilir. 

Peki randevu neyin nesiydi? 

Oy kullanmak için bir gününü feda edecek ve çokça yol masrafı harcayacak olan yurttaşı randevu saatine bağımlı tutmak da büyük zorluk yaratmıyor muydu?
Oy kullanacak yurttaş, hiç bir gün ve saate bağımlı olmadan, istediği gün ve saatte sandığa daha kolay ve istekli gidebilirdi elbette.
Rotterdam'daki Ahoy salonlarında 60 sandık yerleştirilmişti. Böyle olmasına rağmen randevu şartı neden konumuştu? 

Sonuçta, her ülkede olduğu gibi, Hollanda'da da Türk seçmenin ancak yüzde beşi sandığa gitti. Bu sonuç üzerine gerek Ankara'daki siyasetçiler ve gerekse Hollanda'daki bazı Sivil Toplum Kuruluşları ve yazarlar, oy vermeye gidemeyen yurttaşlarımıza karşı tepki koydular ve eleştirdiler.

Bana göre, yurttaşlarımızın bu seçime ilgi göstermemesinin nedenleri, sadece yukarıda sözünü ettiğimiz engellerden kaynaklanmıyor.
Bu seçime ilgi gösterilmemesinin bir başka nedeni de, seçimin Cumhurbaşkanlığı seçimi olmasındandır. Yurttaşlarımız, Genel Seçim ve Yerel Seçimlere kesinlikle daha çok ilgi göstereceklerdir. Bu nedenle yurttaşlarımızı oy kullanmadıkları için cezalandırmaya ve azarlamaya gerek yoktur.

Tabii ki, 'Cumhurbaşkanı seçmek de önemlidir' diyenleriniz olacaktır. Bu da saygı görülmesi gerekn bir görüştür. Ama yurttaş, ülkeyi Cumhurbaşkanı'nın yönetmediğini, Merkezi ve Yerel Yönetimler'in çok daha önemli olduğunu bilmektedir.