Bir Hollandalıgazeteci cinayetinin düşündürdükleri

‘Korkusuz gazeteci’ olarak ün yapan R.de Vries’in katil zanlıları yakalandı ama, cinayetin ardındaki sır perdesi daha bir süre kapalı kalacak gibi. Hollanda’da, sokak ortasında kurşunlanarak öldürülen Peter R. de Vries adlı ünlü gazetecinin geride bıraktığı izler, günlerce yazılacağa ve konuşulacağa benziyor.


Bir Hollandalıgazeteci cinayetinin düşündürdükleri

İlhan KARAÇAY’ın analizi:

Araştırmacı kimlikleri, korkusuz kalemleri ve haykırdıkları gerçekler nedeniyle suikasta kurban giden başarılı gazeteciler arasında pek çok dostum vardı.

Öldürülüş nedenlerini, ‘düşüncesizlik’ olarak niteleyenler haklı mı?
Kimine göre ‘Evet’ kimine göre de ‘Hayır’ olan bu sorunun bendeki cevabı:
‘Ben hep düşündüm ve içinde yaşadığım mafya grupları ile aşırı ve fanatik siyasi ve dini gruplara kurban olmayacak kadar tedbirli davrandım.’

Çok yakın arkadaşım Kâmil Başaran, 7 Kasım 1989’da öldürülmeden önce yaptığımız görüşmede, ‘Dikkatli ol’ tavsiyeme, ‘Ben dikkatli olursam gazeteciliği kim yapacak’ demişti.

Hollanda’da, sokak ortasında kurşunlanarak öldürülen Peter R. de Vries adlı ünlü gazetecinin geride bıraktığı izler, günlerce yazılacağa ve konuşulacağa benziyor.
‘Korkusuz gazeteci’ olarak ün yapan R.de Vries’in katil zanlıları yakalandı ama, cinayetin ardındaki sır perdesi daha bir süre kapalı kalacak gibi. Zira R.de Vries’in öldürülme şekli akılları kurcalıyor.
Peter R. de Vries’in derin güçler tarafından mı öldürüldüğü sorusu da ortada dururken, Hollandalıları ve Hollanda’da yaşayan yabancı kökenlileri de üzüntüleriyle baş başa bırakalım ve bizim medya kurbanlarımıza bakalım.
Türkiye’de gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet döneminde işlenen gazeteci cinayetlerinin sayısı yüzü geçmiştir. Cumhuriyet tarihinde ise 11 gazeteci öldürülmüştür. Çoğu dostum olan bu gazeteciler içinde en iyi dostum, 7 Kasım 1989 tarihinde, gazetedeki bürosunda kurşunlanarak öldürülen Kâmil Başaran’dır.
Kâmil Başaran, Mersin’in Erdemli İlçesinde öğretmenlik yaparken, Hürriyet gazetesine muhabirlik de yapıyordu. O’nunla dostluğumuz o tarihlerde başladı. Küçücük Erdemli’den pek çok haber üretme başarısını gösteren Kâmil, hemen hemen her gün Hürriyet sayfalarında imzası yayınlanan bir eleman olmuştu. Kâmilin bu başarısı İstanbul’daki Hürriyet yönetiminin de dikkatini çekmiş olacak ki, ona yazı işlerinde iş teklifi gelmişti.
Öğretmenliği bırakarak İstanbul’a giden ve göreve başlayan Kâmil, daha sonra Hürriyet bünyesin’de yayınlanan GAZETE’nin yönetimine geçti.
Kâmil, korkusuz bir gazeteciydi. Suç dünyası ile yakından ilgileniyor ve bu dünyanın haberlerini yayınlıyordu.
Hollanda’ya dönüş yaparken İstanbul’da gazeteyi ziyaretim sırasında kendisiyle son kez görüşmemde, ‘Dikkatli ol’ tavsiyeme, ‘Ben de dikkat edersem gazeteciliği kim yapacak?’ diyecek kadar mesleğine bağlı olan Kâmil, maalesef bir manyağın kurşunları ile hayata veda etti.
Hakkı Morgül adlı bir lokantacı tarafından gazetedeki çalışma odasında kurşunlanan Kâmil, tam iki buçuk ay komada kaldıktan sonra hayata gözlerini yumdu.
Sanırım o günden sonra gazeteler, ünlü yazarlarını korumak için güvenlik mensuplarını işe almaya başladılar.
Öldürülen ünlü gazetecilerden Çetin Emeç de iyi bir dostumdu.
Naçizane şahsım, Hürriyet’in Benelüks temsilciliğini yaparken, ‘başına buyruk’ bir gazeteciydim.
Türkiye’ye veya bir başka ülkeye giderken izin almaalışkanlığım yoktu. Türkiye’ye gidişlerimde, Genel Yayın Müdürlüğü yaptığı yıllarda ziyaretine gittiğim rahmetli Emeç, ‘Kuşlar geleceğini söylememişti’ diye takılırdı.
Gazeteye uğramışken, Çetin Emeç’e uğramamak olmazdı tabii.
İyi ama, o zamanlar Çetin Emeç ile görüşmek de bir hayli zordu. Gazetedeki en ünlüler bile randevu alamadıkları için, kapıyı açıp kafayı hafifçe içeri sokarlardı. Çetin Emeç ‘Gel buyur’ demeden içeri giremezlerdi. Aynı şey rahmetli Nezih Demirkent için de geçerliydi. Bir gün gazeteye uğramıştım ve sekreterine ‘Beni görüştür’ dediğim zaman, ‘Öğleden sonra gel’ cevabını almıştım. Ben ise yolcuydum ve gitmem gerekiyordu. Kapıyı açıp kafamı içeri sokma eylemine sıcak bakmadığım için, görüşme yapamadan Hollanda’ya gelmiştim.
Ama daha sonra mesajı almıştım. Mesaj garbis Keşişoğlu tarafından verilmişti: ‘Çetin bey kendisine uğramadığın için üzülmüş. (aslında kızmış diyecekti)’
Daha sonra kendisini telefonla arayarak durumu izah etmiş ve kızgınlığını gidermiştim.

GAZETECİLİK YAŞAMIMDAKİ TEHDİTLER

1967’de başlayıp günümüze kadar 54 yıldır devam eden gazetecilik yaşamımda, tarafsız ve tedbirli bir çizgi takip etmeme rağmen, pek çok defa tehdit edildim ve polis korumasına alındım.
Ama şunu itiraf etmeliyim ki, gurbetçi yurttaşlarımızı ilgilendiren haber ve yorumlarımda taraflıydım. Taraflılığım, yurttaşlarımdan yanaydı. Yurttaşlarımdan yana yaptığım yayınlar nedeniyle saldırıya uğrayışımın nedenine az sonra değineceğim.
O zamanlar çalışmakta olduğum ‘Hürriyet’ gazetesi, ismine lâyık ‘Liberal’ bir yayın politikası izliyordu. Bu nedenle, liberallıktan uzak aşırı uçlar bizden hoşlanmıyordu ve hatta düşman kesiliyorlardı. Ben ise liberallıktan da öteye, her kesime karşı sıcak davranmaya çalışıyordum.
CHP kökenli bir aileden geldiğimi ve gençlik yıllarımda CHP’de görev yaptığımı sık sık belirttiğim halde, buradaki hiç bir CHP hareketine karışmadığım gibi, haber ve yorumlarımda da tarafsızlığımı korudum.
Beşiktaşlı olduğum halde, burada kurulan Beşiktaşlılar Derneği’ne üye olmadım.
Hollanda’da benim inisiyatifim ile kurulan Türk Seyahat Acentaları Birliği’ne, seyahatçı olduğum halde yönetici olmadığım gibi üye de olmadım.
Aynı durum Türk İşadamları Derneği için de geçerliydi.
Hollanda’da Alevi Dernekleri’nin ilk girişimlerinde başı çektiğim halde, bu derneğe de üye olmadım.
Velhasıl, tarafsızlığım o kadar somut tu ki, bu yüzden bana ‘renksiz’ gözüyle bakılabilirdi.

SALDIRI VE TEHDİTLER


1976 yılında Hollanda Yabancılar Yasası düzenlenirken, yaptığımız yayınlarda bu yasa taslağındaki bazı maddelere karşı çıkıyordum. Hollandaca olarak da yaptığımız yayınları, Utrecht’teki büromuzun vitrinlerine asıyordum. Bu yasa taslağını 10 bin kişi ile protesto eden bir mitingden sonra bir gece yarısı büromun camları kırıldı. Camların tamirinden sonra ikinci kez saldırı oldu.
Durumu öğrenen Lahey Büyükelçimiz, benim haberim yokken, Rotterdam Başkonsolosumuzu Utrecht Emniyet Müdürü ile konuşmaya göndermişti.
Emniyet müdürü bir gün beni kahve içmeye davet etti. Daveti memnuniyetle kabul ettim ama, meğer ki kahveyi kalabalık bir ekip ile içecekmişim. Emniyet Müdürü’nün odasında 8 kişi vardı. Hoş beşten sonra, ‘Buradaki beyler Lahey’den geldiler. Görüşmemizi banda alabilir miyiz’ diyen Emniyet müdürü bana direkt olarak, ‘Bizimle çalışır mısınız?’ dedi. Emniyet Müdürü bana açıkça İstihbarat Örgütü’ne çalışmam için teklifte bulunmuştu.
‘Bu teklifi neden bana yapıyorsunuz?’ diye karşı bir soru yönelttiğim zaman da şu cevabı aldım: ‘Eeee, Türk istihbaratına çalıştığınıza göre, bize de çalışabilirsiniz demek:’
Uzunca düşündükten sonra ‘Ben sizin örgüte çalışmam’ diye anlamlı bir cevap verdim.
Bu kez Müdür sordu: ‘Neden’.
Cevabım şuydu: ‘Sizin örgütünüz çok zayıf bir kadroya sahip, benim Türk istihbaratına çalıştığımı iddia edecek kadar zayıf.’
Müdür bu kez şunları söyledi: ‘İyi de Karaçay, büronun camları kırıldı diye, Başkonsolosunuz taaa Rotterdam’dan buraya geldi ve sizi iyi korumamızı istedi, buna ne diyeceksiniz?’
Ben de o zaman Hürriyet’in dördüncü kuvvet olarak ne kadar güçlü olduğunu, benim başıma kötü bir şeyin gelmesi halinde, buradaki büyükelçimizin de başına Ankara’dan bir şeyler gelebileceğini anlattım ve, ‘Siz benim yayınlarımı iyi takip ederseniz zaten bir eleman kazanmış olacaksınız. Zira ben her konuyu tarafsızlık içinde yayınlıyorum.’ dedim.
Eminim ki, Hollanda istihbaratı benden başka daha yüzlerce Türk’e aynı teklifi yapmışlar ve bir yığın Türk ajan elde etmişlerdir.

SAĞ VE SOLDAN TEHDİT VE KORUMA

12 Eylül darbesinden önce yaşanan sağ-sol kavgaları yurt dışına da taşmıştı. Hürriyet, yayınları ile ne sağı ne de solu memnun etmiyordu. Ben de tarafsızlığım ile aynı intibayı bırakmıştım.
Şahsıma direkt bir tehdit gelmemişti ama, Utrecht polisi evime gelerek, bir grup tarafından öldürüleceğim ihbarını aldıklarını ve bu nedenle de beni ve çocuklarımı koruma altına alacaklarını belirtti. Ben ise, bunun sahte bir ihbar olabileceğini ve korumaya gerek olmadığını söylemiştim. Ama polis beni çelik yelek giymeye mecbur etti. O zaman aylarca çelik yelekle dolaşmak mecburiyetinde kalmıştım.
Hollanda’da ikinci tehdidi, yeni taşındığımız Amsterdam bürosunda almıştım. Asistanım Fatma’ya gelen bir telefonda, ‘Karaçay’ı öldüreceğiz, sen yanında olursan seni de öldürürüz’ denilmişti.
Asistanım Fatma, o kadar korkmuştu ki, ofisi kapatarak evine kaçmıştı. Durumu polise bildirmedim ama bu kez polis beni buldu ve tehdidin vahametini anlattı.
Tahminime göre, o günlerdeki yayınlara baktığım zaman, Utrecht’teki tehdit sağ kesimden, Amsterdam’daki tehdit de sol kesimden gelmiş olabilirdi.

DİNİ BÜTÜN KARDEŞLERİMİN TEHDİDİ

Anlatmadan geçemeyeceğim bir tehdit daha yaşamıştım. Biri sağ kesimden, diğeri sol kesimden gelen tehditlerden sonra, bu kez dini bütün kardeşlerimden iki tehdit ve küfür mektubu gelmişti.
O zamanlar Yarı devlet kuruluşu olan NOS adlı Hollanda televizyonunda Türkler için Pasaport adlı haftalık bir program yayınlıyordum. Tam o sırada dinci bir yayın kurumu olan İKON Televizyonu, JONEKO adlı bir film yayınlayacaktı. Film tamamen Hıristiyanlık propagandası idi.
İngilizce olan filmin alt yazı tercümesi Hollandaca değil Türkçe olarak yapılıyordu. Bu haberi alınca, hem kendi programımda ve hem de Hürriyet’te, İKON televizyonunun neden Türk izleyiciler için tercüme yaptığını sorguladım. Yayın öncesi ve sonrasında sertçe eleştirdiğim film yayınlandıktan sonra bana gelen iki mektupta, ne anam, ne karım ve ne de çocuklarım bırakılmıştı.
Ama ne yapsın benim dini bütün kardeşlerim. Hollanda televizyonu dendiği zaman akıllarına ilk gelen İlhan Karaçay oluyordu. Nereden bilsinler, Hollanda’da bir birinden bağımsız televizyon kuruluşlarının varlığını.