YENİ YILDA SABAHIN ALTISINDA UYANMAK...


 


Yeni yılın bu ilk yazısında, neler yazabilirim diye düşündüm. Geçmiş yıla baktığımda çok şeyin yazılamadığını görüyorum. Aslında yazmaktan değil, içimdeki korku sendromunu atamadığımdan yazamadıklarıma üzüldüm. Demokrasinin var olduğu söylenen bir ülke de ,düşüncelerinden,  yazdıklarından dolayı, bir yazarın korkulu günler yaşaması bir demokrasi ayıbı değil midir? ´´İleri Demokrasi´´ dedikleri bir anlayışının içinde, düşünceye vurulan bir kelepçenin, ne zaman kırılacağını bilememek düşündürücü değil mi? Özde ve dolaysız bir demokrasi anlayışının önünde, siz sözde bir demokrasi modelini hayata geçirmeye çalışırsanız, işte o zaman ülke de ne Atatürk´ten ne de çağdaş değişimden söz edebilirsiniz. Yeni yılda dilerim Atatürk´e acımasız saldırılar azalır ve bu ülkede tarihin, çağdaş değişimin, Cumhuriyetin ve aydınlık devrimlerin, toplumla paylaşıldığı bir Türkiye gerçeğinin gerekliliğini savunanlar, konuşma özgürlüğü bulurlar. Cumhuriyetin kurucusunun Atatürk ve devrimlerinin, ne denli önem taşıdığını bu halk artık anlamış olur. Yeni bir yılda dilerim, tüm korkularımın yerini aydınlık bir Türkiye gerçeği alır.

 

Türk demokrasisi geçmiş yıllarda yara aldı. Çağdaşlık ve cumhuriyet yaralandı, Atatürk ve devrimleri halkın korktuğu bir model olarak gösterilmeye çalışıldı. Ama ´´Kuzuların sessizliği´´ yazımda anlatamadığım çok şeyin hala üzüntüsünü yaşadığımı söylemek isterim. Eğer ki bir ülke de, yazan düşünen beyinlerin, bir sabah evinden alınıp kapkaranlık bir odaya kilitlenme  korkusu yaşanıyorsa, o ülkede hala demokrasiyi anlatmak hangi gerçeği adıdır bilmiyorum. Geçmiş yılda bir insanlık anıtı yıkıldı, Başbakan ´´Yıkın bu ucubeyi´´ dedi. Bu ülkede sanatın adı ucube oluyorsa, sanat ve ona hayat veren sanatçı korkuyor demektir. Bir sanat eseri, insanlığın, özgürlüğün, barışın, sevginin adı, siz onu parçalıyorsunuz bir daha bir araya gelmemesi için, şimdi nasıl olurda ´´İleri demokrasiden´´bahsedebilirsiniz? Türk edebiyatı ve sanatı hala dünya sanatıyla bütünleşemedi. Katıldığım çok sayıda festival ve etkinlikte, hala Türk sanatının edebiyatının nerede kaldığını tartışamamak beni üzüyor. Edebiyatın kendi çıkar ilişkilerinde kullanıldığını sağlayan yazarlarımız, Türk edebiyatına faydadan ziyada zarar verdiklerinin ne zaman farkına varacaklar bilmiyorum. Hâlâ Orhan Pamuk´un aldığı Nobel ödülü tartışılıyorsa, bundan sonra bir Türk yazarının Nobel ödülü alabilmesi mümkün olabilecek mi dersiniz? Kendilerini tartışmasız yazarlar konumunda görenler, ne yazık ki bu heyecandan çok gerilerde bırakıyorlar bu ülkede edebiyatı. Yine söylemek isterim ki, geçmiş yıllardaki Türk Edebiyatı,  hala kaldığı yerde duruyor. Uluslararası bir çok edebiyat fuarlarında Türkiye, ne yazık ki kendini gerektiği biçimde tanıtamadı. Siyasetin gölgesinde kalan bir edebiyat ve sanat, o ülkede kalkınma yerine içinden çıkamayacağı bir çarkın ortasında kalır. Bir ülkenin uluslararası  sorumluluğun sanatçılar da olduğunu ne zaman anlayacağız acaba? Ve ne zaman bu anlamda sanatçılara değer vereceğiz dersiniz.

 

FRANSA´DA YAPILAMAYANLAR...

 

Biz hala dış siyaset anlayışımızı değiştiremedik, Fransa´nın aldığı karar kabul edilir bir karar değil bunu biliyorum. Peki biz bunca zamandır ne yaptık? Böyle bir kararın alınacağını biliyorduk, nerede etkin bir lobi çalışması oluşturduk, nerede etkin ses veren konferanslar düzenledik, kararın alınmasına saatler kala, Başbakan koca bir ülkeyi kabadayı kültürünün verdiği tarzda tehdit edebiliyor. ´´Aklını başına al Fransa, yoksa bunun sonuçları çok ağır olur ´´ demek bir Başbakan’a yakışan sözler midir? Korktu mu Sarkozy bundan? Hayır. Yine kendi bildiğini yaptı, böyle bir siyaset anlayışı olmaz, böyle bir dış siyaset anlayışı olmaz, Fransa´nın mallarını boykot et, Fransa´dan Büyükelçini çek ya da ilişkileri dondur, bunlar da sonunda etkili olmayacaktır. Sen günler öncesinden böyle bir soykırım yalanın asılsız olduğunu, bunu deneyimli bilimsel çalışmaları orada oluşturduğun çalışmalarla elini masaya vurarak haklılığını göstermeye çalışmalısın. Tehdit ederek, bağırıp çağırarak değil, böyle haklı bir çalışmanın diğer karar almak durumunda kalan ülkelerin de  görmesini sağlamış olursun. Ama benim ülkem de, Bilim adamına, üniversite rektörüne, sanatçıya , düşünen yazan gazeteciye , yazara değer verilmiyorsa, o zaman uluslararası saygınlığımızın nerede kaldığını burada görmemezlikten gelmek mümkün olabilir mi?

 

YENİ ANAYASA...

 

Şimdi yeni yılda en çok tartışılan yeni anayasa olacak bana göre. Peki yeni bir anayasa nasıl bir anayasa olacak? İçinde tüm halkın istediği  insan haklarına dayalı, özde dolaysız bir demokrasiyi yansıtacak mı? Ben korkmadan düşüncelerimi toplumla paylaşabilecek miyim? Bağımsız bir yargının varlığında, bağımsız savcılar yargıçlar var diyebilecek miyim, Atatürk devrimlerinin yarattığı çağdaş Cumhuriyet saygınlığını koruyabilecek mi? Din ve Bilim bir çatışma ortamından kurtulabilecek mi? Yeni anayasada AKP anlayışının etkileşimi mi, yoksa çağdaş bir değişim anlayışımı kalıcı olacak? Yeni anayasada sanat edebiyat sanatçı hakları nerede duracak? Ve yeni anayasa ile ilgili söyleyemediğim çok şey var aslında. Hükümet sokaktaki herkesle, tüm sivil toplum örgütleriyle, bir araya gelerek bir kerede değil, defalarca konuşmalı tartışmalı her türlü fikri paylaşmalı derim. Ama nasıl olacağını bekleyip göreceğiz.

 

2011´İN KALDIĞI KARANLIK...

 

Türkiye 2011 yılını zor bir yıl olarak geçirdi. Demokrasinin yara alması, sanatın ve sanatçının değer görmemesi, edebiyatın okumamış bir toplum olarak kalmanın yansımalarının daha da belirginleşmesi, toplumun ´´Kuzuların sessizliğinde kalması´´. Bilim kurumlarının kapatılması, Milli eğitimde Atatürk devrimlerinin anlamının çıkarılması, cumhuriyet törenlerinin anlamsızca iptal edilmesi, yazan düşünen insanların, gazetecilerin hapsedilmesi, her sabah evinden alınma korkusuyla yaratılmış bir korku sendromunun yüreklerde yerleşmesi, koca bir ülkenin geleceğinin, sadece bir tek adamın ağzından çıkacak iradeye kalması, aydınlığı gerçekleri demokrasiyi tutsak olmuş düşünceyi zincire vurmayı, haklar ve özgürlükler adına verilen mücadeleyi, bunu savunmak hakkı için sokaklara çıkan halka sınırsız güç kullanarak polis devleti olmanın resminin çizilmesi, Ne mutlu Türküm diyene sözlerinin sayfalardan silinerek, Türklük kavramından uzaklaşmayı, zenginin daha zengin, fakir ve yoksulun daha yoksul kalması. Bütün bunların sonunda yazamadıklarımla, acaba Türkiye nasıl bir sona doğru sürükleniyor dersiniz? Bunu burada resimlemek istemiyorum, çizdiğim karamsar tabloda, kendim ve halkım adına,  toplum adına,ç alışmak daha çok çalışmak, başarmak istediklerimi yapabilmek adına durmadan çalışmak istediğim, bu yepyeni bir yılda. Zira bunları yapmak için geç bile kaldığımı biliyorum, yeni bir yılda kaybettiklerimi yeniden kazanabilmek adına gecemi gündüze katarak çalışmak zorunda olduğumu biliyorum, düşüncelerimi,  fikirlerimi kendi halkımla paylaşmak için geç bile kaldığımı biliyorum. Atatürk devrimlerinin onun çağdaş anlayışındaki bir Türkiye için, toplumsal bir sorumluluk taşıdığımı biliyorum. Türkiye´nin hala Deniz Fenerinin karanlığında kaldığını görmek istemediğimi burada söylemek istiyorum. Yazamadıklarımı korktuğumdan yazmak istemediğimi sanmayın, ama bir ülkede düşüncelerini yazmaktan korkuyorum diyen bir yazara, korku salan bir siyasal anlayışın varlığını düşündükçe, ne yalan söyleyeyim korkuyorum. Her konuşmasında Başbakan ´´Kimse düşüncesinden dolayı kelepçelenemez´´diyor, ama buna kendi bile inanmıyor, sonuç ortada ,ben yinede her fırsatta düşündüklerimi yazmaya gayret edeceğim. Tüm okurlarıma halkıma deprem felaketlerinin yaşanmadığı aydınlık bir yıl dilerim.

 

Prof.Dr.Levent Seçer