Türk tarihi bir bütündür



Türk milletine mensubiyetin samimi olması için öncelikle Türk tarihi çok iyi bilinmelidir. Bu tarih binlerce yıl geriye gitmektedir, ne Satuk Buğra Han’la başlar, ne de Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşuyla. Yani ne Türk’ün müslüman oluşuyla, ne de Mustafa Kemal Atatürk’ün reisicumhur olmasıyla. Böyle bir ayrımı yapmak Türk’ün tarihine doğrudan ihanettir.
Binlerce yıl içerisinde Türk milleti nice devletler ve nice imparatorluklar kurmuştur. Yaşanan üzüntüleri, yanlışları ve güzellikleri bilmek Türklük mensubiyetini şuurlandıracaktır. Atatürk’e göre tarih geçmişin hala yaşanması ve geleceğe yönelmesidir. Bu sebepten Atatürk haklı olarak Türk tarihini bir bütün olarak düşünmektedir. Açıkçası tarih zaman içinde birbirini izleyen olayların sürekli bir artışıdır. Bir Yıldırım’ın bir Fatih’in bir Yavuz’un kişiliği, Mete’nin Atilla’nın kişiliğinin bir uzantısıdır (Orhan Türkdoğan, Türk tarihinin sosyolojisi).  İlber Ortaylı’ya göre tarih kesintiye uğramaz; bir sonraki kuşağın hayatında devam eder.
Büyük tarihçi Nihal Atsız “Türk tarihine bakışımız nasıl olmalıdır?” adlı makalesinde Türk tarihinin bütünlüğünü açıkça ele almakta ve çözümler sunmaktadır. Rejimlerin değişmesi yeni devletlerin kurulması anlamına gelmez, tıpkı Gök Türkler ve Dokuz Oğuzlar’ın ayrı bir devlet olmadıkları gibi. Osmanlı’nın yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu da böyledir, değişenler sadece rejimlerdir, yani bu devletler hep bir birinin devamıdır.   
Diğer bütünlük konusu ise kardeş kavgalarında taraf olup yanlışa düşmemektir. Bunların en bariz örnekleri Ankara meydan savaşı ve Çaldıran savaşıdır. Nihal Atsız’a göre Ankara Savaşı’nda Aksak Temir’in ordusundaki Türkmenlerin sayısı belki de Yıldırım’ın ordusundakilerden daha çoktur. Çaldıran’da ise Yavuz Selim ve Şah İsmail karşı karşıya gelmiştir, iki Türkmen ordusu savaşmış ve Türk kanı akıtılmıştır. Bütünlük konusunda kardeş kavgalarına dikkat edilip milletimiz arasında yeni tartışmalara yer verilmemelidir. Türk büyükleri ellerinden gelen en güzel işi yapmışlardır, elbette hataları olacaktır, nihayetinde onlar da insandılar. Örnek olarak Atsız’ın şu sözlerine bakabiliriz, bu sözler tarihte diğer Türk büyükleri için de geçerlidir: “Osmanlı Hanedanı, Türk tarihindeki ailelerin en büyüğüdür. Tarihi vazifesini şerefle yapıp çekilmiştir. Şüphesiz onların da kusurları vardır. Fakat Osmanlı padişahlarını topyekun küçük görmek ve göstermeye çalışmak, nihayet, kendi tarihimize ve geçmişimize karşı nankörlük olur.”
Türk tarihinin bir bütün olduğunun bir delili ise Türk kara kuvvetleridir. Tarihimize göre ilk teşkilatlı Türk ordusu Milattan önce 209 da Tanrıkut Mete tarafından kurulmuştur. Atsız’a göre bütün ordularımız Tanrıkut Mete ordusunun devamıdır. Zaman zaman değişiklikler ve düzeltmeler yapılmış, fakat ruh ve temel aynı kalmıştır.Türk tarihi bir bütün halinde ele alındığında nasıl bir şuur elde edileceğini anlatmaya gerek yoktur, yeter ki tarih doğru okunsun ve algılansın. Tarihimizi bilmek insanımıza şuurun yanında emin adımlarla ilerlemeye yol açacaktır. Birilerinin Türk ile var olan sorunlarına alet olmamalıyız, geçmişimiz ortak değerimizdir. Alparslan Türkeş ne güzel diyor: “Ne Osmanlı’yı kötüleyerek Türkiye Cumhuriyetini yüceltebiliriz, ne de Türkiye Cumhuriyetini kötüleyip Osmanlıyı hayata geçirebiliriz.”
Madem bütünden bahsettik, o zaman Türk’ün Coğrafyasını da bir bütün olarak ele almalıyız. Ne Türkiye’li, ne Azerbaycan’lı, ne Doğu Türkistan’lı, ne de Batı Trakya’lıyız, bu örnekleri çoğaltabiliriz. Hepsinin acısı, kaderi, özlemi ve tarihi birdir, hepsi Türktür. Türk’ü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine hapsetmek gafletin ta kendisidir.Bütünlük değince aklıma Bilge Kağan’ın şu sözleri geldi: “Ey Türk; üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir? Titre ve kendine dön!”
Kendimize dönmeye ne kadar ihtiyacımız var değil mi?
Murat Gedik, 8 Ocak 2013E-posta: muratgedik@muratgedik.nl