Karanlık


“Sana kelimelerden kaleler yaptım. Hendekli, balkonlu, eflatun bayraklı, girişi saklı kocaman kaleler. Bir odasında bıraktım yüreğimi. Merasimsiz, habersiz, tantanasız ve beklentisiz usulca düşürüverdim elimden, olur da bulursan belki sevinirsin diye, öylesine.” Kitaptan alıntı.

Ölümle haşır neşir olan beyinleri dinlemeyi seviyorum ben. Şair, bilim adamı, hasta, doktor her kim olursa olsun.Beyin defalarca yapılmış şey üzerine düşünmemeyi , direkt hafızaya bağlanmayı seçiyor. Haliyle her gün aynı şeyi yaşamak bir nevi ölmek demek. Okumak ve yazıyor olmak bu ölüm haline mani oluyor işte. Bir önceki günün aynısını yaparak geçirdiğiniz bir işinizin olması ruhunuzda ölü adacıklar olmasına sebep olabilir.Bu ölümün kendiniz bile farkına varmayabilirsiniz. Bu bahsettiğim şeyi akşam iş çıkış saatlerindeki toplu taşıma araçlarında rahatlıkla görürsünüz.Daima yenilenen, gelişen ve farklılaşan günümüz dünyasında insanların kendilerini var edebilmeleri ve sürekli bir devinim içinde olan bu dünyaya katkı sağlayabilmeleri için değişim karşısında duyarlılığı, farkındalığı ve sorumluluk hissini sağlayabilecek bir cesaret gerekmektedir. Özgün fikirleri ifade etmek, kendini dinleyebilmektir.Gün içinde kendi durumunuzu yansıtan kelimelerden kurulu şarkıları farkında olmadan söylemeye başlarsınız.Beyin aynı durumla defalarca karşılaşınca düşünmemeyi seçiyor. Bu aynılığın üzerine düşünmemek ve bir ölü gibi (yardımcı pilota bağlı da denebilir) yaşamak olası bir depresyonu yahut cinneti erteliyor. Yani bu düşünmeme hali kişiyi koruyor.İşte bu tip durumlar gününüzün büyük kısmına egemense ve yeni şeyler öğrendiğiniz gün sayısı giderek azalmakta ise yola çıkma zamanı gelmiş demektir.Bir de atasözü, özdeyiş gibi kelamları edersiniz. Ben de sık sık bir alıntıyı dilimde bulurum: yeni şeyler söylemek lazım gelir. Ölü vakitlerinizin içinde, yaşamakta olduğunuzu hissettiren şeyler genelde "yeni" şeylerdir.Yeni insanlar, yeni kitaplar, yeni şehirler, yeni yemekler, yeni fikirler..Bazı insanlar neden bencil ve kötü karakterlidir, başkalarına acı çektirmekten hoşlanır? Diyelim ki zararsız böcekleri kahve öğütme makinasına atıyorsunuz; bu iş hoşunuza gider miydi? Ya da sokaktan geçen herhangi bir insanı sağır edici bir sesle korkutmak? Tanıştığımız insanlar hakkında melek ve şeytan kalıbını kullanma eğilimi taşıyoruz, dünyamızı iyi ve kötü insanlar olarak basitleştirmek istiyoruz.Evet özellikle bu harika: yeni fikirler.Hala bakmadığım pek çok açı olduğunu bilmek iç rahatlatıcı. Herşeyi bilmiş, olmuş, pişmiş edaları ile yaşamak çok ağır ve öldürücü. Oysaki ben yamuk yumuk bir inşa halindeyim diye bakıyorum kendime.Bazen tüm yapımı yıkmam dahi gerekiyor. Diyorumki yanlış yapmışım. İşte böyle yap boz devam etmekte olan hayatım içinde en iyi hissettiğim anlar en cesur hissettiğim anlar. O cesaret anlarında alıyorum beni en memnun eden kararları. Genelde o arzu şaşmaz bir biçimde beni memnun ediyor. O cesaret varsa işin içinde girdiğin mücadelede yenilme olasılığın zayıflıyor. İşte bu cesareti de ben ölümden alıyorum. Ölüm beni bu noktada rehabilite ediyor,cesaret; erdemlerin ve değerlerin altında yatan ona gerçeklik kazandıran bir ruhani temel. Umutsuzluğun karşıtı değildir cesaret.  Cesaret salt inatçılık ya da mutlak doğruların peşinde sürüklenmekte değildir. Öyle ki bu bireyi şüphesiz hataya sürükleyecektir.Değişim ne kadar büyükse yaratıcı cesarete ihtiyaç o kadar fazladır. Bu orantı insanların yaşamını etkileyen tüm alanlar için geçerli ve gereklidir.Ölüm sadece toprağın altında olmaktan ibaret değil . Yaşanmayan ve otomatik pilota bağlanan hayatlara da yaşıyorlar diyebilecek miyiz? Sahi yaşıyor muyuz?Okumak bundan güzel...Bana konuşan her insan , bana anlatılan her hikaye bundan değerli. Kendi yaşantımın uzağına gidip iliklerime kadar yaşadığımı hissettiriyor. Ölümün farkında olmak onu beklemek değil. Onu arzulamak değil. Aman nasıl olsa öleceğiz demek değil. Hiç bitmeyecek bir tabaktan yemek keyifli olamazdı benim için. Bu adeta şuurun kapanması gibi. İşte ölüm yaşama şuurunuzu açan o yegane kapı... Gerçeğim. 
  
ATALAY KIZILAY