SANATI TAMAMLAYAN KADINDIR.


İspanya'nın iç savaşı yaşadığı yıllar ( 1936 ) . Konuşan düşünen üreten tüm sanatçılar sorgulanmadan idam ediliyor kurşuna diziliyordu. Sanatçıların istediği tek şey insanca bir yaşam ve özgürlüktü.

Ülkenin en ünlü şairlerinden biri olan Gorcio Lanca özgürlük dediği için kurşuna dizildi. Benim ülkemde sanat zaten çoktan tüketildi ne sanat nede sanatçı özgür değil. İnsan hayatının tükendiği bir ülkede sanatın özgür olması mümkün mü? İnsan hak ve özgürlüklerini konuşamayan bir ülkede sanatçı ve sanat nasıl özgür olabilir. Sanat tüketilmişse saygı görmüyorsa o ülke üçüncü bir ülke olmaktan öteye geçebilir mi? Cehaletin pençesine sıkışıp kalmış bir toplumun aydınlanma akıl ve bilim değerlerinin ne olduğunu görmesi mümkün değil. İbn-Rüşd '' Cahilleri istediğin biçimde yönetebilmek için, her şeyi dini bir kılıfla sunacaksın'' Aydınlığın çağdaşlığın özellikle sanatın cumhuriyetin yalnızlığa sürüklenmesini biz seyrediyoruz. Sanatçı artık üretemez yazamaz konuşamaz bunlar yasak bu ülkede. Che Guevara '' Sanatçı liderdir devrimcidir kendini halkı için feda edendir, halkı kendisi için feda ettiren değildir. Yazmak üretmek konuşmak zor bir sanattır. Bu sebeple çoğunluk sürüyü takip eder çobanı zaten bellidir, aydınlığı sanatı çağdaşlığı devrimi halkıyla paylaşanları değil, ama beyninde aydınlığın bir tek ışığı bile olmayanları kör ve sağırları sürüklemesi daha kolaydır. ''dünya da tek bir devrimci var ATATÜRK'' diyen dünya da devrim adına sembol bir isim Guevara o yıllarda bu sözleri söylemiş. Biz insan hak ve özgürlüğü diyerek tek bir insan öldürmeyen gencecik çocuklarımızı katlettik idam ettik. Şimdi bana biri ya da birileri çıkıp ta bunu nasıl açıklayacak acaba? Toplumsal çöküşümüzü yaratanların şimdi çizdikleri resme bakarken biz ne yaptık nasıl bu sonu hazırladık bu resmi çizdik diye kendilerini sorgulayabilecekler mi? Sanatın katledildiğini yalnızlığını yazarken sormak isterim, acaba beni sürü yerine koyanların en son okudukları bir kitabın adını yazabilirler mi? Sözde değil özde ve dolaysız bir demokrasidir sanat, cumhuriyet çağdaşlık aydınlık özgürlük ve Atatürk'tür sanat. Sanatı yazan esere can veren sanatçı devrimin adıdır. Şimdi biz sanata can verenleri yazan düşünen aydınlığı cumhuriyeti Atatürk'ü yok sayıyoruz. Bir ülkeye özgürlüğü kazandıran birini ikinci bir defa ölüme yollamak, onun resimlerinden rahatsızlık duymak, fikirlerini düşüncelerini yaptıklarını kabul edememek. Bütün bunlar akıl tutulması değil de nedir? Sanatçı bir ülkenin uluslararası saygınlığıdır yüz akıdır aydınlığıdır, ama biz şimdi sanatçıyı düşünen yazan değerlerimizi gazetecileri ilim insanlarını sebepsizce sadece düşündükleri için hapsediyoruz. Sanatı yaratanlar sanatçılar zincire vuruluyorsa bir ülkede işte sonun başlangıcının adı budur. Yani çarklar arasında sıkışıp kalmaktır. Bugün hala inanamıyorum ve kabul edemiyorum. Hülya Koçyiğit ve Orhan Gencebay kültürel danışma kurulunda görev verilmiş, evet ama yıllardır hangi gün çıkıp haksızlığa uğrayan sanat ve sanatçılar adına bir görüş verdiler konuştular, ya da bugüne kadar sanat adına yaptıkları özgür kalıcı bir çalışma yaptılar mı? Yalakalık dalkavukluk sanat adına birilerine şirin görünmek için yapılmaz. Bugün siyaset anlayışının bile kurnaz siyaset sistemine dönüştürüldüğü bir ortamda, sanatı düşünmek değer vermek sanatçıyı düşünen yazan insanı özgür bırakmak mümkün mü? Uluslararası kitap fuarlarına baktığımızda tek Türk tanıtım standı görmek mümkün değil, olanı da sadece belli tükenmişliğin adını yansıtan gösterilerden başkası değil. Batıya gavur, Nobel ödülü veren komiteye vampirler diyebiliyoruz buna hakkımız var mı? Türkiye sanata siyasetin tükenmişliğini yazarak sanatçıya da bu darbeyi kendisi yapıyor. Otoriter bir anlayışın yarattığı baskı tıkanma sanat ve sanatçının özgür olmak adına verdiği mücadelenin önünde duruyor.

İÇİ BOŞ DÜZEYSİZ KADIN PROGRAMLARI.

Türk halkı sabah akşam saatlerce televizyonlarda yayınlanan düzeysiz içi boş programlarla uyutuluyor. İnsanların özel yaşamları aile sorunları tüm çıplaklığıyla sergileniyor. Bir zamanlar uydurma senaryolarla yapılan evlendirme programları ve buna benzer aynı düzeydeki programlar devam ediyor. RÜTÜK denen anlayışın nedense denetlemediği bu programlar sanattan kültür ve eğitim değerlerimizin dışında sergileniyor kimsenin umurunda değil. Batı'da bu tür programları görmek mümkün değil. Sanat kültür bilim akıl değerleriyle verilir toplumun aydınlanması adına. Türk kanallarına baktığımızda hangi program kültürel eğitimsel ve sanatı içeren yayınları gösteriyor acaba? Öldüren öldürene, damdan düşen düşene, sokakta gezen magandaya, eline sopayı alıp kabadayılık yapan serserinin saatlerce haber olarak gösterilmesi sonrasında sanata zaman kalır mı bu ülkede.
Survivor ise başka bir aldatmaca ve uyumanın belgeseli. Mistik içi boş anlamsız bir hafta da çekilen mistik dizilerin topluma ne verdiğini bilen var mı merak ediyorum. Biz kadına kaporta benzetmesini bile yaptık bu ülkede. Bir ülkede kadın aydınlığın çağdaş yaşam resminin yüzüdür. Kadın sevgidir sanattır aşkın adıdır ama biz tüm değerlerimizi öldürdüğümüz gibi kadını da kendi dünyasında kaderiyle baş başa bırakıyoruz. Kadının diri diri öldürüldüğü bir ülkede sanatı da yok ediyoruz. Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor, her geçen gün daha da zor günlerin habercisi olmakta. Türkiye nereye gidiyor?  Böyle bir tıkanmanın ortasında sanatı kadını değişimi bilimi çağdaşlığı konuşmak mümkün değil. Ama sahip olduğumuz ve bırakılan değerlerin korunması bizi bu zor durumdan belki çıkaracak. Ama sisteme sahip olanların sorgulanmak yerine sorgulama ve korku kültürünü topluma gösterdikleri sürece ne sanatın ne kadının nede aklın artık yeri var bu zamanda.
Zira din afyonuyla uyutulmuş bir toplum, sadece sorgulayarak değil gözlerini kapatarak söylenenlere inanıyor. Koca bir tarihi yazan bir ülke de işte bu cehaletin verdiği kaderi yaşıyor şu ana kadar. Temennim kısa bir zamanda Türkiye Atatürk'ün miras olarak bıraktığı akıl ve bilim değerlerini yaşayan bir ülke olacaktır. İşte o zaman. Türk kadını adına sanat dediğimiz çağdaş değerlerin demokrasinin cumhuriyetin aydınlığın asıl yanan ışığında buluşacaktır. 
Prof. Dr. Levent Seçer