AB Türkiye üzerinden kendisiyle hesaplaşıyor

AB Türkiye üzerinden kendisiyle hesaplaşıyor

AB Türkiye üzerinden kendisiyle hesaplaşıyor
Editör: Turkinfo.nl
21 Aralık 2010 - 14:38
Şu anda Avrupa’da iki zihniyet Türkiye üzerinden çarpışıyor: Ekonomik bakımdan rekabet gücü daha yüksek, daha kapsayıcı bir Avrupa ile ekonomik bakımdan içe kapalı, kültürel açıdan dışlayıcı bir Avrupa arasında mücadele yaşanıyor.

AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarının bir araya geldiği Konsey toplantısı 13-14 Aralık 2010 tarihlerinde Brüksel’de gerçekleşti. AB Dışişleri Bakanları Konseyi’nin genişleme sürecine bağlılığın belirtmesi Türkiye tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır. Bazı çevreler tarafından konseyin genişlemeyle ilgili bölümünde Türkiye ile ilgili olarak “katılım” veya “üyelik” kelimesinin yer almadığı dile getirildi.

Ancak bu belgenin dikkatle okunması hâlinde bu kelimenin “accession”, yani “katılım” kelimesinin birkaç yerde geçtiği görülecektir. Ayrıca kararda Müzakere Çerçeve Belgesi’ne atıf yapılmaktadır. Bunun içinde de katılım belgesi ana unsur olarak yer almaktadır.

Türkiye stratejik hedefi olan AB üyeliği istikametinde geniş bir toplumsal ve siyasi mutabakatla ve kararlılıkla ilerlemektedir. AB katılım süreci ülkemizde uzun bir tarihe dayanan modernleşme çalışmalarının devamını teşkil etmektedir.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik, Türkiye’nin stratejik hedefidir, bir devlet politikasıdır. Bu stratejik ve tarihi hedefi gerçekleştirmek yolunda Türkiye en kapsamlı ve en somut adımları attı, atmaya da devam edecektir. Uzun ve köklü bir geçmişe sahip AB ile ilişkilerimizde bugünkü bu sürece hiç kolay gelinmedi. 1959 yılından 2005 yılına kadar, 46 senelik bir sürede, AB ile müzakere süreci aşamasına geçemeyen Türkiye, 2005 yılında gerekli kriterleri yerine getirmiş ve Avrupa Birliği ülkelerine başka bir seçenek bırakmayarak resmi müzakerelere başlamıştır.

Yeni fasıllar yolda

2002 yılından beri AB yolundaki kararlığımızla birlikte, gerek sosyal gerekse ekonomik kalkınmayı sağlamak amacıyla çok mesafe kat ettik. Özellikle anayasa değişiklikleri ve uyum yasalarıyla son yıllarda kapsamlı siyasi ve ekonomik reformlar hayata geçirildi. Tabi bu reformlar öncelikle halkın beklenti ve ihtiyaçları sebebiyle gerçekleştirilmekte. Reformlar neticesinde Türkiye AB üyeliğine her zamankinden daha yakın bir noktadadır.

Müzakerelerin açılmasından bu yana geçen süre zarfında on üç fasıl açılmış, bir fasıl geçici olarak kapatılmıştır. Son bir yılda ise Aralık 2009’da çevre, Haziran 2010’da ise gıda güvenliği veterinerlik ve bitki sağlığı fasılları müzakerelere açılmıştır. Her iki fasıl daha önce açılan fasıllardan farklı olarak müktesebatı son derece geniş alana yayılan zor fasıllardır.

Şu an elimizde teknik olarak açılış kriterleri yerine getirildiği takdirde açılabilecek üç fasıl bulunmaktadır. Bu fasıllar rekabet politikası, kamu alımları, sosyal politika ve istihdamdır.

2010 İlerleme Raporu’na göre Türkiye son bir yıl içerisinde, açılması bazı üye ülkelerin engelleri sebebiyle mümkün olmayan fasıllarda bile kayda değer gelişmeler sağlamış, “Mali Hizmetler” den “Ulaştırma”ya, “Enerji”den “Yargı ve Temel Haklar” faslına kadar çok çeşitli alanlarda önemli gelişmeler göstermiştir. On yedi fasıldaki siyasi engellerin kalkması hâlinde de, Türkiye on iki faslı kısa vadede, beş faslı ise orta vadede açabilecek durumdadır. Yine 2010 İlerleme Raporu’na göre Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisine sahip olmamız, 8 yıldır istikrar ve güven zemininde hızla gelişen demokratik standartlarımız ve aktif dış politikamız Türkiye’yi çok farklı ve özel bir noktada konumlandırmaktadır.

Raporda vurgulanan en önemli değişimse, 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirdiğimiz Anayasa değişikliğidir. Raporda, Anayasa değişikliğinin kapsadığı alanlar itibarıyla AB üyelik müzakerelerimize çok önemli katkılar yaptığı belirtilmektedir.

AB süreci bizler için fasıl açıp kapatmaktan ziyade, ülkemizin sosyo-ekonomik refahının artırılması için çok önemli bir araçtır. Bu yüzden de, ülkemizin her alanda gelişmesi ve gelişmiş ülkelerin standartlarını yakalaması için yılmadan reformlara devam etmek büyük önemi haizdir.

Türkiye artık sağlıklı ve hijyenik gıda ürünlerinin tüketildiği, çevreye duyarlılığı gün geçtikçe artan, bilim ve araştırma alanında çok önemli mesafeler keteden bir ülke haline gelmiştir. Bu çerçevede 2007-2013 döneminde ülkemizin kullanımı için katılım öncesi yardım olarak yaklaşık 4,9 milyar avro hibe tahsis edilmiştir. Bizim amacımız, 2013 yılı sonuna kadar AB müktesebatına en üst seviyede uyum sağlamaktır. Böylece, AB’nin yedi yıllık dönemler hâlinde hazırladığı 2014-2020 bütçesine dâhil olmayı hedeflemekteyiz.

Kıbrıs sorununa sığınmak

Bununla birlikte, bazı AB üyelerinin siyasi nitelikteki engelleme çabaları ne ahde vefa ile ne de hakkaniyetle bağdaşmaktadır.Ülkemizin tüm çabalarına rağmen, katılım müzakerelerinin bu süreçle doğrudan ilgili olmayan siyasi engeller nedeniyle maalesef yavaşlatıldığını görüyoruz. Türkiye’nin AB’ye girişini engelleyen sebeplerden birisi olarak Kıbrıs gözüküyor. Kıbrıs meselesi ile Avrupa Birliği’ne uyum süreci farklı farklı konular olarak görülmelidir. Kıbrıs için 2004 yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan kapsamlı bir plan hazırlamıştı ve bunu Avrupa Birliği de destekliyordu. Rum kesimi buna karşı çıktı. Avrupa Birliği Kıbrıslı Rumları cezalandırmak için 26 Nisan 2004’te bir karar aldı. Bu kararda Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkleri ambargo altına almışlardı. AB biz bunu kıracağız dedi, doğrudan ticaret yapacağız dedi. 5 gün sonra Kıbrıslı Rumlar AB’ye girdi ve bu kararın uygulamasını durdurdular. Hâlbuki Avrupa Birliği’nde şöyle bir kural da vardır: Bir ülke AB’ye girdiği zamana kadar olan tüm kararlarına uymak zorundadır. Biz Türkiye olarak AB’ye diyoruz ki üyenizi, Kıbrıs Rum Kesimini, bu karara uymaya mecbur ediniz. Bu sağlandığı takdirde bir yumuşama olacaktır. Bazı AB ülkeleri Kıbrıs meselesinin arkasına sığınıyor. Bu etik değildir.

AB ile ilişkilerimizin daha da geliştirilmesinin önündeki bir diğer engel de vatandaşlarımızın AB ülkelerinden vize alma konusunda yaşadıkları sıkıntılardır. Bu çerçevede, vatandaşlarımıza

vize muafiyetinin sağlanmasına yönelik olarak başlatılmış olan çalışmaların kararlılıkla sürdürülmekte olması memnuniyet vericidir. Vize serbestîsi için bir ön koşul niteliğinde olan ve AB ülkeleri açısından büyük önem taşıyan Geri Kabul Anlaşması müzakerelerini de son aşamaya getirmiş bulunmaktayız.

AB kendini inkar mı ediyor?

AB Komisyon Başkanı Barrosso, Avrupa Parlamentosu’nda AB’nin güçlü yapısını her alanda geliştirerek daima ileriye bakmak zorunda olduğunu ifade etti. Akıl ve bilgi yüklü, sürdürülebilir ve tüm kesimleri kucaklayan bir büyümeyi gerçekleştirebilmek için Euro 2020 Stratejisi’nin uygulanmasının gerekliliğini vurguladı.

Akil Adamlar Kurulu’nun “2030’da Avrupa: Sorunlar ve Fırsatlar” başlıklı raporunda şu ifadeler kullanıldı: AB, Avrupa’dan potansiyel yeni üyelere açık kalmalı, bütün adayları üyelik kriterlerine uyup uymadıkları temelinde değerlendirmelidir. Avrupa’nın ‘gerçek sınırları’ bu kriterlerdir. Bu politikaya bağlı kalarak AB, Türkiye dahil, mevcut resmi adaylara karşı yükümlülüklerini yerine getirmeli ve müzakereleri sürdürmelidir.

Yine geçtiğimiz haftalarda Avrupa Birliği üyesi olan İsveç, İngiltere, İtalya ve Finlandiya’nın dışişleri bakanları, International Herald Tribune gazatesinde; Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren bir makale kaleme aldı. Türkiye’nin üyeliğini destekleyen AB üyesi ülkelerin sayısının daha fazla olduğunu da belirtmek gerekiyor. Dediler ki asıl sorulması gereken soru, Türkiye’nin Avrupa’ya sırt çevirip, çevirmediği değil, son 50 yıldır bütünleşmeye öncülük eden Avrupa’nın kendi temel değerlerine arkasını dönüp dönmediğidir.

Şu anda Avrupa’da iki zihniyet Türkiye üzerinden çarpışıyor. Ekonomik bakımdan rekabet gücü daha yüksek, daha kapsayıcı bir Avrupa ile ekonomik bakımdan içe kapalı, kültürel açıdan dışlayıcı bir Avrupa arasında mücadele yaşanıyor. Aslında karşılaştığımız siyasi engellerin arkasına da baktığımızda ekonomik sebepleri göreceksiniz. Ekonomik kriz, Avrupa’nın daha büyük bir dinamizme ihtiyaç duyduğunu açık bir şekilde gözler önüne serdi. Ekonomik olarak Avrupa’nın gelecek vizyonunun içine Türkiye’nin dinamizmini koymaları çok önemli.

Türkiye Dünya sahnesinin önemli bir oyuncusu ve hatırı sayılır bir nüfuza sahip. Bakınız; Türkiye için IMF’nin 2010 yılı büyüme tahmini yüzde 7.8, OECD’nin tahmini ise yüzde 8,2. Biz temkinli olarak 6.8 diyoruz. OECD, 2050’ye kadar Türkiye’nin Avrupa’nın en büyük ikinci ülkesi olacağını öngörüyor. Türkiye Avrupa’da yaşayan 4,5 milyon vatandaşı ile yabancı nüfusun neredeyse yüzde onunu oluşturmakta. Avrupa’daki Türk girişimciler, 40 milyar Euro değerinde bir iş kapasitesine sahip ve toplamda 500 bin kişinin üzerinde insana istihdam sağlıyor.

Türkiye’siz AB düşünülemez

Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin karşı karşıya kaldığı meselelerin üstesinden gelinmesine, AB’nin güçlü bir küresel aktör ve dünya ekonomisinin itici gücü olmasına önemli katkı sağlayacağına şüphe yoktur. Türkiye’nin AB üyeliği, her iki tarafa sağlayacağı önemli yararların yanı sıra bölgesel ve küresel barış ve istikrar ile medeniyetler arası diyalogun güçlendirilmesine de ciddi katkılarda bulunacaktır. Bölgesinde güven ve istikrar unsuru olan ülkemizin AB üyeliği, hem evrensel değerleri geniş bir coğrafyaya yaymak hem de ortak refah ve güvenliği artırmak için kilit niteliktedir.

Türkiye-AB ilişkileri, bugün gelinen aşamada tarihi bir dönüm noktasındadır. Türkiye ve AB’nin, ortak çıkarlarının gereği olarak geleceğe ortak bir vizyonla ve daha stratejik bir düşünceyle bakmalarının önemli olduğuna inanıyorum.

Türkiye’nin üyeliğinin, AB’nin geleceğe yönelik stratejik vizyonu açısından da bir sınav teşkil ettiğini düşünüyorum. AB üyelik sürecine güçlü bağlılığı ışığında, Türkiye’nin bu sınavı başarıyla geçeceğine eminim.

Artık on yıl önceki bir dünyada yaşamıyoruz, çok şey değişti, değişiyor. Türkiye-AB ilişkilerindeki dengeler de değişiyor. Türkiye büyüdükçe, güçlendikçe, zenginleştikçe Türkiye-AB ilişkileri farklı bir noktaya doğru evriliyor, artık AB ülkeleri Türkiyesiz bir Avrupa Birliği olamayacağının farkına varıyor. Bunu sadece biz söylemiyoruz, Avrupa’nın akil adamları, vizyon sahibi politikacıları söylüyor. Bu inancın gerçekleşmesinde de, ülkemizin geleceğini yakından etkileyen bu süreçte tüm kurumlarımıza; siyasetçisinden işadamına, muhalefetinden iktidarına, kamu kurumundan sivil toplum kuruluşuna, akademisyeninden öğrencisine çok önemli görevler düşmektedir.



Kaynak: ABHaber

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum