Reklam
Reklam

Özbekistansız Türk Dünyası olmaz

Özbekistansız Türk Dünyası olmaz

Özbekistansız Türk Dünyası olmaz
Editör: Turkinfo.nl
03 Mart 2010 - 12:09
Reklam

 


 


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,  Ankara’da katıldığı bir toplantıda, Avrasya coğrafyasının dünya siyasetini yöneten bir merkez olduğunu ifade ederken, bu coğrafyaya yönelik hiçbir zaman dilimizden düşürmediğimiz ama nedense bir türlü de gerçekleştiremediğimiz bir hedefi yeniden dillendirdi; “Avrasya coğrafyasında yeni bir vizyon geliştirmek zorundayız.”


Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) Türk-Avrasya İş Konseyleri Avrasya bölgesi diplomatik misyon temsilcileri ve iş konseyleri başkanlarının yedinci toplantısında amaç, Moldova’dan Moğolistan’a, Ukrayna’dan Afganistan’a, söz konusu coğrafyada bulunan ülkelerin Ankara’daki büyükelçileri ile bir araya gelmek, büyükelçilerin ikili ve çok taraflı bölgesel işbirliğine ilişkin görüş ve düşüncelerinin alınmasıydı.


Toplantının ana teması olan ekonomik görüşlere girmeden, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana, özellikle söz konusu coğrafyadaki bazı ülkelerle bir türlü düzene koyamadığımız, günümüzün moda deyimi ile “diyalog”umuzdan söz etmek istiyorum. Bu konuya da Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun konuşmasını özetleyerek girmek yerinde olacaktır.


Davutoğlu konuşmasında özetle, Avrasya coğrafyasının dünya siyasetini yöneten bir merkez olduğunu, insanlık tarihinin bu coğrafyada başladığını belirterek, Türkiye’nin, Avrasya coğrafyasında yeni bir vizyon geliştirmek zorunda olduğunu söyledi. “Büyük hareketlerin yaşandığı bu coğrafya, barış ve refahı artırdığı gibi kaos ve geri kalmışlığı da artırabilir” diyen Davutoğlu, “”O halde bizim bu coğrafyaya tekrar yeni bir vizyonla bakmaya ihtiyacımız var. Bu coğrafyadaki belirsizliğin ortadan kalkması gerek. Ülkeler arası siyasi diyalogun en üst düzeye çıkarılması şart” diye konuştu.


Davutoğlu’nun sözleri, Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerinin gözümün önünden bir film şeridi gibi geçmesine vesile oldu. Sovyetler Birliği’nin dağılması, aslında bizim bu coğrafya ile ilgili ileriye dönük hiçbir stratejimizin olmadığı acı gerçeğini de gözler önüne serdi. Bu ülkelerle, özellikle Türk Cumhuriyetleri ile yapılan ikili görüşmelerde tarafların dile getirdiği ilk husus, “Türkiye’nin kendilerini ilk tanıyan ülke olması” ile başlıyor. Bu elbette doğru ama arkası gelmiyor.


Aslında şu gerçeği de kabul etmek gerek; Türkiye’nin bazı Türk Cumhuriyetleri ile ilişkileri gayet iyi bir düzeyde. Münferit birtakım olayları ve olumsuzlukları bir tarafa bırakırsak Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan ile sadece ekonomik değil, siyasi ve kültürel ilişkilerde de sürekli yakın bir bağ kuruldu.


Özbekistan ise, -her ne kadar bugün ilişkilerimiz askıda görünse de- Türkiye ve Türk dünyası için önemli bir devlettir. Tarihe baktığımız zaman bunu geçmişte de görürüz. Tarihi bağların yanı sıra kültür, dil ve din ile gelenekler bakımından ayrışmaz bir konuma sahip olan iki devlet arasındaki ilişkiler, zaman ve şartlar yüzünden belki geçici bir süre askıya alınabilir ama bu yabancılaşmanın da sona ermesi gereken bir takvim mutlaka vardır ve olması da gerekir.


30 milyona yakın nüfusu ile Türkistan coğrafyasının en kalabalık ülkesi olması Afganistan dahil bölge ülkelerinin tamamıyla ortak sınırlara sahip bulunması, Özbekistan’a bölgedeki diğer ülkelere göre daha stratejik bir konum sağlamaktadır. Bu büyük nüfusu ile Özbekistan, ülke dışında bulunan Özbekler de dikkate alındığında stratejik konumunu pekiştirmektedir.


Tarım, hayvancılık ve maden bakımından ciddi bir potansiyele sahip olan Özbekistan, pamuk üretiminde dünya üçüncüsü, altın üretiminde ise Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri arasında, Rusya’nın ardından ikinci sırada yer almaktadır. Doğalgaz, petrol ve özellikle kömür ihracatını giderek artıran Özbekistan, günümüzde Ortadoğu ve Orta Asya mücadelesinin kilit ülkelerinden birisi olarak içine kapanık, güçlü reflekslere sahip yönetim anlayışını sürdürmektedir. Aslında “içine kapanık’ olmayı Taşkent yönetimi için, ABD ve Rusya dahil dünyanın küresel güçlerine karşı durma çabası olarak değerlendirmek mümkün. Ancak, bu tür politikaların dünyada hiçbir zaman başarılı olmadığını da unutmamak gerekiyor. Bunun en güzel örneği de, bir zamanlar Özbekistan’ı da bünyesinde barındıran Sovyetler Birliği’nin dağılmasıdır. Kısa vadede belki birtakım olumlu sonuçların görüldüğü bu tür “içe kapanıklık”, orta ve uzun vadede, bilhassa da küreselleşmenin had safhaya çıktığı günümüzde geçerliliğini yitirmekte, çoğu zaman da uluslararası arenada o ülkenin yalnızlığa mahkum olmasına yol açmaktadır.


Özbekistan’ın içine kapanıklığı, Türkiye ve Türk dünyası arasındaki organizasyonlarda ve kurumlaşmalarda da kendini göstermektedir. Türk Cumhuriyetleri devlet başkanlarını bir araya getiren “Türk Zirvesi”, Türk Devletleri Parlamento Başkanları Birliği, Türk Dünyası Kurultayı gibi siyasi ve kültürel organizasyonların yanı sıra çeşitli ekonomik örgütlenmelerde de Özbekistan geri durmakta, bu tür girişimlere soğuk bakmaktadır.


Bir zamanlar altın dönemini yaşayan Özbekistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler neden böylesine geriledi? Artık birbirini suçlayıcı ifadelerin gündemden düşmesi, aksine yakınlaşmayı sağlayacak samimi, içten ve sıcak atmosferin oluşturulmasına yönelik adımların atılması şart. Zira Özbekistan’ın olmadığı Türk dünyasına yönelik organizasyonların bir ayağı ne yazık ki sakat kalmakta ve bu gerek Türkiye, gerek Özbekistan, gerekse de diğer Türk Cumhuriyetleri için bir burukluk olarak kendini göstermektedir.


Türkiye ve Özbekistan arasında arzu edilmeyen birtakım sorunlar yaşanmıştır. Ama bundan kaynaklanan soğukluğu sürdürmek ne Ankara’ya ne de Taşkent’e kazanç sağlayacaktır. Dolayısıyla iki ülke arasındaki ilişkilerin canlandırılmasına yönelik başta diplomatik olmak üzere tüm çabalara hız verilmeli, gerekirse eski defterler kapatılarak yeni sayfalar açılması, ilişkilerin yeniden başlamasının önü açılmalıdır.


Yazının başında belirttiğim “Sovyetler Birliği’nin dağılmasına yönelik hiçbir stratejimizin olmaması”nın sonucu Türkiye, 1990’ların başlarında el yordamı ve günü birlik politikalarla yeni kurulan Türk devletlerini ilk tanımış ülke olmanın ve bazı yardımlar yapmanın dışında ciddi bir strateji geliştirememiştir ve bu durum günümüzde de maalesef devam etmektedir.


Peki, Özbekistan kendisini hiç eleştirdi mi, Taşkent yönetimi kendini hiç sorguladı mı?


Özbekistan öncelikle, Türkiye’ye olan güvensizliğini, kişisel boyuttan çıkararak ülke siyaseti haline dönüştürmüş, “Türkiye, Özbekistan devletine karşıdır” noktasına getirmiştir.


Bu tür yüzeysel anlaşmazlık ve sıkıntılar nedeniyle Özbekistan ve Türkiye gibi bir arada olması gereken iki devletin bu durumunun, ne Taşkent´e ne de Ankara´ya bir yararının olmadığı da aşikar.


Türkiye ilişkilerin yeniden canlanması için çaba harcarken burada Özbek lider İslam Kerimov´a da iş düşüyor. Kerimov´un, öncelikle iki devlet arasında buzların erimesine zemin oluşturacak, karşılıklı görüşme imkanlarına kapıyı açmalıdır artık. Aslında bunun zayıf da olsa bir ışığını Sağlık Bakanı Recep Akdağ´ın Özbekistan´a yaptığı ziyaret ile gördük. Önemli olan bunun devamının gelmesidir.


DEİK´in Ankara´daki toplantısında Davutoğlu, Türkiye´nin Avrasya coğrafyası ile ilgili görüşlerini açıklarken, görüştüğüm Türkiye Özbekistan İş Konseyi Başkanı Ruşen Çetin olsun Özbekistan´ın Ankara Büyükelçisi Ulfat Kadirov olsun, iki ülke arasındaki sorunların çözülememesi gibi bir durum olmadığından söz ettiler. Karşılıklı istek, irade, girişim ve kararlılık, daha yakın geçmişte çok üst noktalarda olan Türk-Özbek ilişkilerinin yeniden sıcak bir ortama çekilmesini ve giderek daha da canlanmasını sağlayacaktır.


Biz, her iki ülkeden de istek, irade ve kararlılık bekliyoruz.


 


A. Işık AKSU


aaksu@globalyorum.com


 


 


 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum