Türkiye bölgede istikrarı sağlamak istiyor

Türkiye bölgede istikrarı sağlamak istiyor

Türkiye bölgede istikrarı sağlamak istiyor
Editör: Turkinfo.nl
01 Mayıs 2011 - 20:24
Amerikan Jane´s Defence Weekly ,Türkiye bölgede istikrarı sağlamak için daha büyük bir güç olmayı amaçladığını yazdı.Konuyla ilgili haber şöyle:

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da geçtiğimiz günlerde meydana gelen siyasi karışıklıklar, bölgedeki Türk yatırımlarını riske soktu. Bu olaylar Ankara’nın bu iki bölgedeki ülkeler ile ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerini geliştirdiği dönemde patlak verdi.

Bu olaylar aynı zamanda Türk ordusunun, hükümetin şubat ayında Libya’da çıkan ayaklanmada mahsur kalan 30.000 Türk vatandaşının tahliye edilmesi yönündeki çabalarını desteklediğini de gösterdi.

Bu vatandaşları memleketlerine geri götürme faaliyetinde, Türk firkateynleri TCG İskenderun, TCG Oruçreis, Lockheed Martin F-16 savaş uçakları, Boeing KC-135R tanker uçak ve Transall C.160D nakliye uçağı kullanıldı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da bu olayı “tam olarak bütünleşmiş bir harekat” olarak niteledi.

NATO’nun Libya’daki görevini önce “mantıksız” olarak tanımlayan Başbakan Erdoğan daha sonra İttifak’ın uçuşa yasak bölgenin komutasını devralması için ısrar etti. Bunun ardından harekatın komutasını NATO devraldı. NATO’nun Libya’yı uçuşa yasak bölge haline getirmeyi amaçlayan hava harekatının komuta ve kontrol merkezi, İttifak’ın İzmir’deki üssünde yer alıyor.

Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlar´ın stratejik kavşağında konumlanan Türkiye, bölgesel bir istikrar sağlayıcı güce dönüşmek istiyor. Bu hedefin yanı sıra Türkiye; NATO’nun, nüfusu ezici çoğunlukla Müslüman, ancak laiklik yanlısı bir anayasaya sahip tek üyesi. Üstelik AB üyeliğine de aday bir ülke.

Bu amaçla Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) barış harekatlarında yer alarak uluslararası profilini yükseltiyor. TSK, Kasım 2010´da Afganistan’da ikinci kez, Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’nün (ISAF) Kabil Bölge Komutanlığının komutasını üstlendi ve bu görev bir yıllığına daha uzatıldı. Türkiye ISAF’ın bir parçası olarak 1.828 askeri personeli Afganistan’da konuşlandırırken Türk askerleri harekatlarda yer almıyor.

Amerikalı bir diplomat, “Türkiye, Afganistan’da çok iyi bir iş çıkarıyor ve Ankara da Irak polisini eğitmek için gönüllü oldu,” ifadesini kullandı.

Bu sırada Afgan polis memurlarının Türkiye’de eğitilmesi yönünde iki taraflı bir anlaşma Afganistan, Türkiye, Japonya ve Afganistan’daki NATO Eğitim Misyonu tarafından geçtiğimiz mart ayında imzalandı. Ayrıca yine mart ayında Afganistan, Pakistan ve Türkiye’den piyadeler Tuzla’daki piyade okulunda, yerleşim alanlarında savaş taktiklerini geliştirmek için ortak bir tatbikat yaptı.

Ancak NATO’nun füze savunma sisteminin radar parçalarının Türk topraklarına yerleştirilip yerleştirilmeyeceği konusunda ABD ile ilişkiler konusunda potansiyel bir pürüz çıkabilir. Türkiye’nin komşusu İran’a ya da herhangi bir başka potansiyel düşmana özel bir imada bulunulmaması yönünde ısrarlı olmasının ardından, NATO Kasım 2010´da İran’ı yeni Stratejik Kavram’ında bir tehdit olarak saymamayı kabul etti. Batılı bir kaynak, “Eğer Türkiye füze savunmasında NATO ile işbirliği yapmayı kabul ederse o zaman İran ile ilişkilerini bitirmek zorunda kalır.” dedi.

Bununla beraber, Davutoğlu Aralık 2010´da bir füze savunma sisteminin bölgedeki kitle imha silahlarının ve balistik füze tehditlerinin artmasını önlemede yardımcı olabileceğini belirtti.

Haziran 2010´da Türkiye, BM’nin İran’a nükleer planları nedeniyle yaptırım uygulamasında ret oyu kullandığı zaman, ABD daha da öfkelendi. Buna rağmen Türkiye geçtiğimiz günlerde, Suriye’ye gitmekte olan bir İran kargo uçağını bir Türkiye havalimanında durdurdu; BM’ye de Şam’a gitmekte olan bir yasa dışı İran silah sevkiyatına el koyduğu yönünde bilgi verdi.

Üstelik dergimizin ele geçirdiği ve Türk dış siyaseti konularını işleyen bir kitapçık, Türkiye’nin, İran’ın nükleer silahlar geliştirme ihtimali konusundaki derin endişelerini vurguluyor.

Raporda şu ifade yer alıyor: “Komşumuz İran’ın nükleer silahlar geliştirmesi kabul edilebilir bir senaryo değildir ve Türkiye’nin başlıca ulusal çıkarları bağlamında önemli bir öncelikli meseledir.”

Türkiye, stratejik öneme sahip konumunu kullanmak ve komşuları ile ilişkilerini geliştirmek için, kara sınırını paylaştığı İran, Suriye ve Irak’ın da dahil olduğu Orta Doğulu komşuları ile diyalog içine girdi. Türkiye, bu ülkeler ile 2009 yılından beri, sınırlarını korumaya odaklanan ortak askeri tatbikatlar yapıyor.

Türkiye ve Suudi Arabistan 2010 yılında askeri eğitim ile teknik ve bilimsel işbirliğini geliştirmek için bir çerçeve anlaşması imzaladı. Savunma Bakanı Vecdi Gönül Mayıs 2010´da, Türkiye’nin ileri bir tarihte üzerinde mutabakata varılacak temel projeler için Suudi Arabistan ile ortaklaşa teknoloji üretmek ve paylaşmak istediğini söyledi.

Eylül 2010´da ise Türkiye, Çin ile kendi McDonnell Douglas F-4’lerinin ve Çin’in Sukhoi Su-27 savaş uçaklarının katılımıyla Konya’da ortak hava tatbikatları yaptı.

Türkiye’nin bazı komşularıyla ilişkileri ilerlerken, bütün diplomatik çabaları o kadar da yolunda gitmiyor. Türkiye’nin kilit askeri ortağı İsrail ile ilişkileri, Erdoğan’ın 2009 yılında Davos’ta Dünya Ekonomik Forum´unun bir toplantısını, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yaptığı hava ve kara saldırılarını protesto ederek terk etmesinin ardından gerginleşti. İki ülke arasındaki ilişki düzelmeye başladı, ancak daha sonra Mayıs 2010´da İsrail’in bir Türk gemisine saldırması sonucunda sekiz Türkün ve bir Türk-Amerikan vatandaşının ölmesinin ardından ilişkiler yeniden bozuldu. Bunun sonucunda Ankara, İsrail’in Konya’daki tatbikat sahasını kullanmasına izin vermedi ve resmi bir özür bekliyor.

Türkiye’nin Ermenistan ile bir diyalog başlatma girişimi de 2010 yılında durdu. Bu gelişme ABD Temsilciler Meclisinin bir komitesinin, 1915-16 yılları arasında Ermenilerin kitlesel olarak hayatlarını kaybetmelerini soykırım olarak tanımlayan bir kararı onaylamasının ardından meydana geldi. Türkiye, soykırım yapıldığı yorumunu inkar etmeye devam ediyor.

Bu arada NATO müttefikleri Yunanistan ve Türkiye, Ege Denizi ve Kıbrıs’ın egemenlik hakları konularında hâlâ kavgalı. İki ülke arasında geçici siyasi, ekonomik ve askeri bağlar son on yılda gelişmesine karşın, bu mesele hâlâ ihtilaflı ve Türkiye’nin AB’ye girme çabasını engelliyor.

Bunun nedeni kısmen Türkiye’nin, Kıbrıs Rum Kesimi hükümetini tanımaması yüzünden limanlarını Kıbrıs ile ticarete açmayı reddetmesi. Buna karşın, Türkiye AB´ye tam üyeliği ülkenin zaruri bir hedefi olarak yineliyor.

Türkiye aynı zamanda asimetrik savaş kapasitesini de geliştirmek istiyor ve bu nedenle temmuz ayının sonlarında Siber Ordu Komutanlığını kurdu. Türk Genelkurmay Başkanlığı içinde, siber tehditlerle başa çıkmak için özel bir birim kurmaya yönelik planlar da mevcut.

Genelkurmay Başkanlığının bir açıklamasında şöyle yazıyor: “TSK, etkin bir şekilde, birincil tehditler arasında olduğu düşünülen siber tehditlerle mücadelede, hem yerel hem de uluslararası çaba göstermektedir.”

Yaklaşık 5.000 üyesi bulunan PKK, Türkiye’nin Kürtlerin hükmettiği güneydoğu bölgelerinde daha geniş çaplı bir özerkliğin peşinde. PKK Kuzey Irak’ta, Türkiye sınırına yakın konumda bulunan Kandil Dağları´ndaki üslerini muhafaza ediyor.

Türkiye’nin İslamcı eğilimli ve 12 Haziranda yapılacak genel seçimleri kazanarak yine iktidara geçmesi ve parlamentoda bir çoğunluğu garantilemesi beklenen iktidar partisi AK Parti, ordunun siyasetteki rolünü azaltacak önlemleri içeren demokratik reformlar için bastıran temel kuvvet.

Bazı eski kuvvet komutanlarını da içeren, sayısı 200’ün üzerinde muvazzaf ve emekli TSK mensubu, hükümeti 2003 ve 2009 yıllarında devirme amacıyla silahlı ayaklanmaları körüklemekle suçlanıyor. Ordu, 1960 ve 1997 yılları arasında yumuşak ve sert darbelerle dört hükümeti devirmişti. AB’nin Türkiye’yi 1999 yılında aday üye olarak kabul etme kararı, TSK’nın siyasi gücünü azaltmayı hedefleyen askeri reformların başlatılacağı yönünde bir taahhüde dayanılarak verilmişti.

Örneğin, Eylül 2010´da 1982 anayasasında kapsamlı değişiklikler için zemin hazırlayan bir referandum yapıldı. Bu değişikliklere göre, devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzeni bozma konularına ilişkin davalar sivil mahkemeler tarafından görülecekti.

Anayasal değişiklikler ayrıca şu anda Yüksek Askeri Şuranın askerleri ordudan ihraç etmesi kararlarının yargıya götürülmesine izin veriyor. Milli Savunma Bakanlığının rakamlarına göre, 1971 askeri muhtırasından beri 1.500’den fazla asker, TSK´dan ihraç edilmiş. 1980 darbesinin failleri için anayasanın dokunulmazlık maddesi de anayasadan kaldırıldı.

Üstelik Genelkurmay Başkanı ile ordunun hava, deniz kuvvetleri ve jandarma komutanları, resmi görev süreleri boyunca işledikleri suçlar için yüksek bir mahkeme tarafından yargılanabilirler.

Avrupa Komisyonunun Kasım 2010´da yayımlanan yıllık Genişleme Stratejisi ve İlerleme Raporu, güvenlik kuvvetlerinin sivil gözetimi konusunda ilerleme kaydedildiğini belirtiyor. Ancak raporda şu ifadeler de yer alıyor: “Ordunun görevlerini tanımlayan ve orduya siyasete müdahale etme amacıyla entrikalar çevirmesi için geniş bir alan sağlayan bir madde içeren TSK´nın İç Hizmet Yasası’nda hiçbir değişiklik yapılmadı. Silahlı Kuvvetlerin üst düzey mensupları, özellikle de yargı konusunda kendi yetkilerinin ötesine geçen bir dizi açıklama yaptı.”

Benzeri görülmemiş bir hareket ile Türk hükümeti ilk defa, daha önce TSK tarafından dikte edilen ulusal güvenlik politikasının tasarlanmasında rol oynayarak tarihe geçti.

Kabine tarafından 22 Kasım 2010 tarihinde kabul edilen yeni güvenlik politikasının Türkiye’nin bütün komşularını, ulusal güvenliğe tehdit teşkil ettiği düşünülen ülkeler listesinden çıkardığı söyleniyor. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, bu politikanın gizli tutulan ayrıntılarının, komşularla ve ülke içinde yeni kutuplaşmalara neden olacak öğeler içermediğini söyledi.

Politika ayrıca ordunun dikte ettiği ve dindar Müslümanları hedef alan iç tehdide yönelik algıları da ortadan kaldırıyor. Çiçek şöyle konuşuyor: “Bu ülkenin vatandaşlarını bir tehdit olarak algılayan hiçbir şey, bu belgede yer alamaz.”

--Savunma Bütçesi--

Milli Savunma Bakanlığının bütçesi 2011 mali yılı için 16,9 milyar lira olarak belirlendi. Bu da 2010 mali yılı bütçesine göre yüzde 12,3´lük bir artış anlamına geliyor.

Parlamentodan Aralık 2010´da geçirilen bir yasaya göre, askeri harcamalar ilk kez denetlenecek. Ancak yasanın muhalifleri, sürecin, TSK’yı daha sorumlu yapacak kilit mekanizmalardan halen yoksun olduğunu savunuyor.

Bunun dışında Türkiye’nin askeri teçhizatının tedariki için yaklaşık 3,5-4 milyar dolar tahsis edildiği tahmin ediliyor. Küresel mali krize karşın Türkiye’nin ekonomisi 2010 yılında yüzde 8,9 oranında büyüdü. Bu da ülkeyi dünyanın en hızlı genişleyen ekonomilerinden biri yapıyor. Ancak Türkiye’nin dış borçları da son beş yılda yüzde 70 arttı ve 169 milyar dolardan 290 milyar dolara ulaştı.

--Kara Kuvvetleri--

Yaklaşık 402.000 personeli ile ülkenin en büyük komutanlığı olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 2004 tarihli ve yerli silah sistemi üretimini artıran, ayrıca araştırma-geliştirme projeleri için kaynak bulan bir hükümet politikası sayesinde, savunma sanayi altyapısını güçlendirdi. Türkiye, kara sistemlerinin yaklaşık yüzde 80’ini üretiyor.

Ancak PKK ile süren savaşın, ordunun hükümetin savunma konusundaki talimatlarını tamamen kabul etmeye ayak diremesi ile birleşmesi, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Kuvvet-2014 adlı yeniden örgütlenme programını uygulamaya koymaya yönelik anlamlı adımlar atmak için hâlâ beklemede olduğu gösteriyor. Bu program, daha küçük ancak daha öldürücü kara kuvvetleri oluşturmayı amaçlıyor. Sürecin haziranda yapılacak genel seçimleri takiben hızlanması bekleniyor.

Türkiye’nin Entegre Sınır Güvenlik Sistemi Projesi yasalaştığında ve PKK ile savaşın nasıl ilerleyeceğine bağlı olarak, ordu ve Jandarma Genel Komutanlığı birimleri PKK’nın Türkiye’ye başlıca giriş yeri olan İran ve Irak’ın kara sınırlarından gitgide çekilmeye başlayacak. Şu anda ordu ve jandarma birimleri İran sınırının 125 kilometrelik, Irak sınırının ise 384 kilometrelik bölümünde devriye geziyor.

--Hava Kuvvetleri--

Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı bu yıl 100. kuruluş yıldönümünü kutluyor ve iddialı tedarik programları geliştiriyor. Bu programlardan biri de ülkenin kendi savaş uçaklarını yapmaya yönelik.

--Deniz Kuvvetleri--

Son yıllarda Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, erken uyarı sistemlerine yatırım yapmak ve Üs Savunma Harekat Merkezini açmak gibi denizcilik sistemlerinin yerli gelişimine odaklandı.

Batılı bir savunma sanayici dergimize, “Türkiye, bazı silah sistemlerinin yerel gelişiminde inanılmaz bir ilerleme kaydetti,” diye konuştu.

Türk Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayar’a göre, Türkiye, küçük ölçekli ve yerli programları geliştirerek silahlanma gereksinimini karşılamaya odaklandı.

Bu yaklaşım, 2004 yılında meclisten geçirilen ve ülkenin dış teknolojiye yüksek bağımlılığını azaltmayı amaçlayan stratejik bir hükümet politikasının ardından geldi. Bunun sonucunda, deniz kuvvetleri, ordu ve hava kuvvetlerinde kullanılacak ve yerli üretim parçaların oranı sırasıyla yüzde 60, 80 ve 20’ye yükseldi. Bayar, yerli üretim savunma ürünlerinin toplamının bu yıl, Türkiye’nin silah teknolojilerinin yüzde 50’sinden fazlasını oluşturmasının beklendiğini teyit etti. Bu rakam 2009 yılında yüzde 46 idi.

Türkiye aynı zamanda yerli üretim alt sistemlerin tedariki konusunda uluslararası işbirliği anlaşmaları da imzaladı.

Gelecekteki ihracatlar konusunda Bayar; Körfez ülkeleri, Afrika, Güneydoğu Asya ve Kafkasya’nın fırsat tekliflerinde bulunduğunu söyledi. Bayar, “özellikle de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki huzursuzluğun, bu olayların Türk savunma sanayi ihracatı üzerindeki etkisinin düzeyini tahmin etmek için henüz çok erken olduğu anlamına geldiğini” de belirtti.

Türk savunma ihracatı 2010 yılında 900 milyon dolarlık gelir getirdi ve bu ihracatın 2011 yılında bir milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Yedi yıl önce bu rakam yaklaşık 196 milyon dolar idi. Üstelik Savunma Sanayii Müsteşarlığı, savunma ihracatından elde edilen geliri 2016 yılı itibariyle iki milyar dolara çıkarmak istiyor ve bu hedefe ulaşmak için, Türk büyükelçiliklerinde ülkenin savunma ürünlerini teşvik eden irtibat büroları açılmaya başlandı. Bayar, “İki irtibat bürosu ABD ve Suudi Arabistan’da kuruldu bile” diyerek bu bilgiyi teyit ediyor.

Bu sırada, Türkiye, Şubat 2011´de Ortak Silahlanma İşbirliği Örgütü üyesi olma niyetini de ifade etti. Bayar, “Bu örgütün üyesi olmak Türk savunma sanayi temelini güçlendirmeye yardımcı olacak” diye konuştu.

Bayar, Türkiye’yi iyi bir potansiyel savunma ortağı yapan temel etkenlerin; araştırma-geliştirme projelerini destekleyen ve sayısı artan hükümet yatırımları ve yeni yasalar, savunma sanayi şirketlerinin küresel havacılık ve uzay sanayi ile bütünleşmesi, TSK´nın uzun vadeli gereksinimleri tarafından desteklenen sağlıklı bir iç pazar, bölgesel pazarlara erişim, büyüyen yerli sanayi ve teknoloji kapasiteleri olduğunu söylüyor.

Mayıs 2010´da İsrail donanmasının uluslararası bir yardım filosuna saldırısının ardından Türkiye’nin İsrail ile ilişkisi, tarihte ilk kez bu kadar kötüye gitti. Ancak bu büyük ihtimalle Ankara’yı ciddi olarak etkilemeyecek. Çünkü Bayar, yerel şirketlerin daha önce İsrail tarafından sağlanan teknolojileri üretme kapasitesini artık zaten elde ettiklerini belirtiyor.

Bayar, Türkiye ve İngiltere’nin, ortak tatbikatlarda bulunmayı ve uzmanlıklarını paylaşmayı öngören bir askeri sözleşmeyi müzakere ettikleri yönündeki haberleri reddetti. Ancak Bayar, Londra ve Ankara’nın denizcilikte işbirliği konusunda görüştüğünü teyit etti.


Kaynak: AB Haber

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum