Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,ama nasıl?
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki:
- Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... Ve artık
biliyorum:
Toprağın
Yüzü güneşli bir ana gibi
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına başımı kurtarmam kâbil
değil! Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak... Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu. SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere... AYRILDILAR...
Bir Ayrılış Hikayesi / Nazım Hikmet Ran
Aşk acısı gerçekte ayrılığın acısıdır tıpkı, Nazımın yukarda aldığım şiirinde olduğu gibi. Ayrılığın nasıl bir ayrılık olduğu önemli mi ? Çekip gitmelerin getirdiği ayrılıkla ölümün getirdiği ayrılık, toplumsal engellerin getirdiği ayrılıkla bilinç uyuşmazlıklarının getirdiği ayrılık ayni ya da benzer acıları söz verir. Ayrılık ya da kavuşamama : birbirine çok benzeyen bu iki şey insana sessiz ve büyük acıların kapılarını açar. Gerçek aşk çekip gitmelerle gelen acıyı sessizlikle yaşamamızı zorunlu kılar. Gerçek aşkta bırakılmışlıklar suçlamaları getirmez. Aşık olmak bağsız koşulsuz sevmeyi gerektirir. Ask koşulsuz ve hatta önkoşulsuz ilişkidir. Onda hesaplar yoktur, on hesaplar da yoktur. O durumda acı derinden derine ve kimselere belli etmeden çekilir. Aşık dediğimiz kişi olumun esiğinde bile sevgilisini düşünen , onun iyiliğini isteyen kişidir. Acı çeke çeke yapar bunu. Belçika kökenli Fransız sairi Maurince Maeterlinckin Şarkı adli şiiri böylesine acılı bir bekleyişi pek güzel anlatır:
Bir gün döner gelirse
Ona ne söylemeli?
-Dersin ki bekleyerek
Kapadı gözlerini.
Ya yine o sorarsa
Beni hiç tanımadan?
-Belki bir derdi vardir
Ona kardeşçe davran.
Nerde diye sorarsa
Ne cevap vereyim ben?
-Ver altın yüzüğümü
Hiç bir şey söylemeden.
Ya derse ki salonda
Neden yok hiç kimseler?
Açık kalmış kapıyı
Sönmüş lambayı göster.
Ya o zaman derse ki
Nasıl oldu olumu?
-Belki ağlar korkarım
Söylersin güldüğümü.
Aşk destanları bize her dilde bir kadınla bir erkeğin birbirlerine yönelik tutkusunu ve bu tutkunun uğradığı çeşitli engelleri uzun uzun ve ballandıra ballandıra anlatırlar. Tıpkı benim bu köşede yaklaşık iki yıldır sizlerle paylaştığım Aşk söylencelerinde olduğu gibi. J Eski Yunanistanda örneğin Orpheus ile Eurydikenin öyküsü aşk acısının büyüklüğüne tanıklık eder. Orpheusun ölüme yenik düşmek istemeyen aşkı askların en acılı örneklerinden biridir. Orpheusun lir çalısına ve şarki söyleyişine hangi yürek ilgisiz kalabilirdi? Hemen belirtmek isterim , bana ileti gönderen , bu anlatıların kaynağını soran dostlara, daha önce de bir çok kez aktardığım gibi, yine bir kaç kitap önermek isterim : HALK ANLATILARI Adnan Bin yazar. MITOLOJI SOZLUGU ( Aks anlatılar) Azra Erhat. Şimdi gelelim konuya. Kısaca özetlemeye çalışayım. Eurydike, Orpheusun müziğinden etkilenir ve onunla evlenmeyi Kabul eder. Her şey yolunda giderken Eurydike olur: kırda dolaştığı sırada zehirli bir yılan onu ayağından sokmuştur. O zaman kimsenin kolay kolay göze alamayacağı bir riske kalkışır Orpheus: sevgilisini görebilmek için yeraltına iner. Çalgısıyla ve sesiyle oradakileri de büyüler. O calip söylediği zaman yalnız insanlar değil dağlar taşlar uyanır, tüm bitkiler ve hayvanlar kulak kesilir. O calip söylediği zaman ırmakların akışı değişir. Orpheus müziğiyle yeraltındakileri büyüleyince onlar da ona Eurydikeyi vermeye razı olurlar. Ancak bir koşulları vardır: yer yüzüne dönüşte Orpheus önde Eurydike onun arkasında tek sıra yürüyecekler ve Orpheus arkasına bakmayacak. Yolda Orpheus bir an kendini tutamayıp arkasına bakınca Eurydike ortadan kaybolur ve Orpheus umutsuzca dünyaya döner.
Bizim sözlü edebiyat geleneğimizde bu tur masalların büyük bir yaygınlığı vardır. Dilden dile değişe değişe aktarılan bu masallar askı bir acılar alanı olarak tanımlar, ayrıca aşkın olumu göze almayı gerektirecek kadar güçlü özverilere gereksinimi olduğunu duyururlar. Bu tur anlatıların askla ilgili hangi gerçeği tam olarak karşılamakta olduğu bir yana bırakılmalıdır kanımca, çünkü onlar yapıtları gereği masal öğeleriyle dokunmuş abartılı ürünlerdir. Onların her birinde askla ilgili insana gerçeği iyiden iyiye büyütülmüş olarak karşımıza çıkar. Gerçek olandan gerçekdışı olana doğru aşırılan o tür anlatılar gerçekdışı öğeleri elbette gerçekliğin koşullarını açıklamak için kullanırlar. Arzu ile Kamber, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zuhre bize ask acılarını ayrı ayrı duyururken bize insana gerçeğiyle karşı karşıya getirirler. Goethenin 1774 de yayımladığı ünlü romanı Die Leiden des Jungun Werthers ( Genc Wertherin acilari) Duygucu, akilci yanıyla da ilgi çeken bu roman üçlü ilikside ask acısının ağırlığını derinden duyurur bize. Bu yapıtı Goetheye yazdıran, arkadaşı Kastnerin nişanlısına duyduğu yakınlık olmalıdır. Arkadaşının nişanlısına beslediği umutsuz bir ask sonunda Genç Wertherin Acıları adlı romani yazdi. Tektup-Roman biciminde yazilan bu kitapla Alman Edebiyatinda yeni bir cigar açmış, çağdaş Alman Romanının da başlangıcı olarak Kabul edilir. Mutlaka okunması gereken bir kitap. Anna Karenina gibi, Cyrano de Bergerac gibi, aşk acısını anlatan pek cok ornek vermek olası. Dünya edebiyatının en büyük eserlerinden sayılan Cyrano de Bergerec´ da, Coyrono, başkasının adina mektuplar yazar. Ask mektupları yazdığı adam, chistian savaşta olur. Mektubun üstünde kan ve sevgilisi Roxane´ nin gözyaşları vardır...Roxene, sevgilisinin ölümünden sonra, bu mektupları yazanın gerçekte Cyrano olduğunu öğrenir ve Cyrano´ yu yıllarca kapandığı manastırda bulur...
Aralarında şu diyalog geçer!..
Roxane: O coşkun mektupları yazan sizdiniz?
Cyrano: Hayır
Roxane:Sizin ruhunuz var bu mektuplarda...
( Roxene, bu mektupları yazan siz iseniz, benim gerçek sevgilim sizsiniz, demek ister...)
Cyrano: ( mektubun üstündeki kan ve gözyaşını göstererek) Ama kan, onun kani!..
Bu hikayeden insanlığın çıkardığı ders sudur: Başkalarının kanıyla, başkalarının acısıyla aşk ve sevgiyi talep edemezsiniz!..
Yukarıda aktarmaya çalıştığım Roman sinemaya ´da aktarılmıştı bilirsiniz.. Ask Anlatılarını takip eden dostlar daha önce bu köşede okumuşlardı. Yuz yil once tarihler 1900u dönerken, Fransanın en meşhur adamı Cyrano de Bergerec´in yazarı Edmond Rostand idi.
Tıpkı gecen yazımda olduğu gibi, Nazim Hikmetinin güzel bir şiiriyle başladığım gibi bitiriyorum bu yazının içeriğiyle bütünleşeceğini düşünerek
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazim Hikmet Ran
Sevgi dolu bir ay dilerim
Yorumlar
Kalan Karakter: